5 Ocak 2014 Pazar

Gönülden Değil Beyinden Sevmek

Birçok yaratıcı kişinin uzun vadeli ilişkileri olmamıştır; hatta Einstein, Freud, Gandi ve Picasso gibi eşleri ve aileleri olanlar bile problem yaşamışlardır. Einstein sonradan şunları anlatır: "Tek başıma ve şehirden uzak yaşadım ve sessiz hayatın tek düzeliğinin, yaratıcı zekayı ne kadar uyardığını fark ettim."

Gönlümüz heyecanla, beynimiz akıl ile doludur. Akıl hedef odaklı, gösterişten uzak ve stratejik düşünür. Gönül, anlık, gösterişe dayalı ve taktiksel davranır. Akıl doğru olanı, gönül doğru-yanlış her şeyi yapar. Akıl dönmez, şaşmaz, tutarsızlık göstermez ve vazgeçmez. Gönül ise şaşar, zikzaklar çizer, tutarsızlıklar sergiler ve her an vazgeçebilir.
Aklın prangası olmaz ve sevdaya pranga vurmaz, benim olmalı, yanımda olmalı, benim hayatıma bağlanmalı ve benim dünyamın dışına çıkmamalı demez. Akıl gözle, kulakla, sevmez. Akıl düşüncelerle sever, akıl görmese de “seni seviyorum” sözünü duymasa da sevmeye devam eder.
Gönül ise, sevdayı çelikten bir kafesin içine tıkar. Gönül, benimsen senden iyisi yok, benimsen senden güzeli olamaz, ama benim değilsen, senden kötüsüne bu kâinatta rastlamak mümkün değildir anlayışını ortaya koyar ve ona göre davranır.
Gönül hep heyecan peşinde koşar. Sürprizler yapar, komplimanlarda bulunur, ne yapsam da şaşırtsam acaba diye çırpınır durur. Gönül sinsice gelir, ansızın çekip gider. Gelişi de gidişi de sürpriz olur insana.
Gönül değişkendir. Kalbini daha hızlı kim ve ney attıracaksa ona yönelir. O sürprizler, komplimanlar, şaşırtmalar bir anda gerilerde kalıverir. Gönül bunu bugün, yarın, yıllar sonra bir gün mutlaka yapar.
Eski dönemlerde, bilmiyorum belki şimdilerde de, derlermiş ki: “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” Emin olunuz ki, samanlığı seyran eden iki gönül değil, iki gönülden en az birinin aklını bulmasıdır. Eğer iş iki gönüle kalmış olsaydı, samanlık seyran olmaz, olsa olsa samanlığı seller götürürdü.
İşte bizim “gönül” dediğimiz, aslında heyecan ve coşkunun etkisiyle, duygularda yaşanan bu gel-gitlerden başka bir şey değildir.
Heyecanlanınca kan dolaşımımız hızlanır, kalbimiz çarpar, nefes alıp vermemiz değişir. Heyecanımız herkesçe fark edilen belirgin davranışlarımızın ortaya çıkmasına neden olur. Heyecan böyle gelir, hızla her yanımızı etkiler ve kısa bir süre sonra aynı hızla etkisini yitirmeye başlar.
Sevdiğini görünce heyecanlanan ama görmediği zaman onunla ilgili hiçbir heyecan yaşamayan insanlar gönülden seven insanlardır. Bugün bize gözden ırak olanın, gönülden ırak olacağını söyletenler de bunlardan başkası değildir.
“Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” diyen Karacaoğlan bu şiiri, beynine hiç uğramamış olan, gönlünden fışkıran duygularla yazmış belli ki!
Sevdanın kalpten geldiğini ve sevdanın kalpte başladığını söyleyenler, heyecanı sevda zannedenlerdir aslında.
Gönülden sevmek, beyinsel bir eylem olan sevdaya hep zarar vermiştir. Yüzyıllardır şarkılara, şiirlere, romanlara konu olan sevdalar, gönülden sevmenin sığlığına kapılıp ayrılmalar, aldatmalar, kırgınlıklar, suçlamalarla dolu bir geçmişe sahip olmuştur.
Sadakat en yüksek düzeyde sadece insanlarda vardır. İnsanın sadakati ilkel canlılarda gözlemlenen davranışsal sadakatin çok ötesinde, zihinsel içerikli bir sadakattir. Bu yönüyle de insan dünyadaki bütün canlılardan ayrılır.
Beyne dayalı yaşayan ve beyin temelli davranan kişi, sevdiğini aldatmaz. Aslında bu cümle de yanlış; aldatma ve sevda asla yan yana kullanılamaz. Aldatma varsa sevda yoktur. Sevda varsa aldatma kavramı o ilişkiden içeriye giremez.
Kuruma önerilen birini “o karısını aldatıyor, olmaz” dediğimde bana; “biz biyoloji dersi anlatacak birini arıyoruz, ahlak bilgisi hocası değil” diye itiraz eden kurum yöneticilerine “Her gün aynı evi paylaştığı ve çocuklarının annesi olan birinin yüzüne baka baka yalan söyleyen, onu aldatan kişi, aynı yalanı ve aldatmayı işi ile ilgili olarak neden bize yapmasın?” dediğimi hatırlıyorum.
Kurumda, beynine itibar etmeyen, duygu seline kapılmış olan bir akılsız çalışanı istemezken, aslında bu komutu beynimden alıyordum.
Beyin derinlemesine ve yoğun içerikli düşünür, tıpkı düşündüğü sistemle de sever; derinlemesine ve içeriği dolu bir şekilde. Beyin, gözden ıraklaştıkça, sevdasını kendisine yaklaştırır.
Korku bir heyecandır. Heyecanla sevenin, aslında korkuyla seviyor olması da bir ihtimaldir; yalnız kalmaktan korkup sevdiği ile evlenen, insana çocuk da lazım diye evlenen, bekârı toplum yadırgar diye evlenen hep beyinden değil gönülden sevenlerin yaptığı evliliklerdir. Ne yazık ki korku geçicidir ve korkunun geçmesi ile birlikte bu evlilikler bütün sihrini kaybetmektedirler.
Beyinden sevmeyi “mantık evliliği” adı altında muhasebe kayıtlarından çıkan ilişkilere benzetmek büyük bir haksızlıktır. Bizim de zaten burada kastettiğimiz şey asla bu değildir.
Hesap ve muhasebe mantığı ile yapılan evlilikler asla ne gönül ne de beyin sevdasının yanından dahi geçemez. Çünkü beyin gelecek korkusu ile yapılan bu tarz hesapları yapmaz.
Beyin korkuyla hesap yapıp davransaydı; zarar görme korkusuyla hiç kimse düşüncelerini açıklayamaz ve beyin düşüncelerini kendine saklardı. Oysa beynimiz özgürce üretir ve bunları korkusuzca hayata geçirir.
Güçsüzlerin, korkakların, çıkarcıların ve zavallıların bir sosyolojik gerçekliği iş ilişkisine döndürmesidir mantık evliliği. Al gülüm ver gülümdür. Ama sonunda da bütün güller benim olmalı kavgasıdır.

BeyinSiz Olmalısınız / Süleyman Beledioğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;