18 Ocak 2014 Cumartesi 0 yorum

Her Sevdanın Bileti Gidiş Dönüştür

İnsan sevdiğini uğurlar, elleri havada gözleri dönüşü hayal ederek. Daha uğurlarken beklemek, beynin o bitmez tükenmez sevdasındandır.
Hiç kimse vedalaşırken sevdiğine el sallamaz, sallanan o eller bir çağrıştır, bir haykırıştır. Umut dolu sevdanın sadece ellere yansıyan hareketleridir.
“Ayrılıklar da sevdaya dâhildir” demiş Atilla İlhan. Ne kadar da doğru söylemiş.
Eğer sevdiğinizi, ellerinizle değil beyninizle uğurladıysanız, bunun dönüşü yoktur artık. Anlarsınız bunu. Her umut içinde mücadele taşır. Eğer umut içinde mücadele taşımıyorsa, bu sevdanın artık beyinde bittiğini söyler bize.
Gitmekten korkarız. Aslında gidemeyiz, beyin buna müsaade etmez. Eğer bir gün gitmeye kalkarsak, eğer beyindeki sevda hâlâ oradaysa, gidiş-dönüş biletini birlikte alırız. Sevdalıların iki bileti olur. Gidiş ve dönüş.  Dönüş biletini kullanırlar da kullanmazlar da. Aslında her gidiş bileti, aynı zamanda dönüş biletidir. Hani ünlü bir yazar “Ankara’ya gelmenin en güzel yanı İstanbul’a dönmektir” demiş ya işte yazarın İstanbul sevdası gibidir beynimizdeki yar sevdası.

Gidiş içinde hem korku hem de cesaret olan bir şeydir. Dönüşte öyle, bazen gitmek bazen de dönmek cesaret ister ve beyin her zaman cesaretli hamleler yaparak bizi ileriye doğru taşır.

Yıllar önce bir film izlemiştim, varoşlarda yetişmiş bir genç, konservatuarda okuyan zengin, kentli elit bir kıza aşık olmuştu. Kız da ona. Bu ilişkiyi ailelerine duyurmaktan korkuyorlardı ve bulundukları kentten başka bir kente gitmeye karar vermişlerdi. Kararı kız vermişti. Kız coşkuyla inatla bu kararın arkasında duruyordu. Şehirden ayrılmak için tren garına geldiler. Kız orada aile dostlarını gördü. Geçip gitse onlar kızı görmeyeceklerdi. Durdu, durdu ve onların kendisini görmesini sağladı. Görmesini sağladı çünkü duyguları git, beyni kal diyordu.

Bu, gidiyorum ama tutun beni beklentisiydi. Bu gidiyorum ama dönmek istiyorum tavrıydı. Bu sadece gidiş değil dönüş biletinin de çok önceden alındığının kanıtıydı. Haklıydı, şimdi dönmese yarın sorunlarla dönecekti. Dönüş zamanını akıllıca kısaltmıştı.

Bu gönülden sevmenin ama beyinden sevememenin göstergesiydi. Beyin böyle istiyordu. Gitme dön diyordu ona. Yapacak bir şey yoktu.

Sevdalı olduklarını sanan bu gençler gittiler ama kısa bir süre sonra döndüler.

Sevda gözlerde bitmeyen ışığın alev alev yanmasıdır. Bir heyecanın eseri değil, beyin gibi en üstün vasfımızın yarattığı eşsiz bir değerdir. Sonsuzluğu bir insanda yakalayabilmektir. Ona beyinden gözlere yansıyan sevda bitmezliği ile bakabilmektir.


Yüzü güneşe dönük Çingeneler
Gelincik şarkısını söylüyordu
Kızılca kızıldı gökyüzü
Saatlerden akşamüstü

Yüzü güneşe dönük bir kız
Kızılca gökyüzünü izliyordu
Gözlerinde sevda bitmezliğiyle


Gözlerdeki sevda bitmezliği, sevdanın zamana karşı dayandığının, daima en büyük kanıtı olmuştur.

Eğer sevda olaylara dayanabiliyorsa büyük, zamana karşı dayanabiliyorsa ölümsüzdür.

12 Ocak 2014 Pazar 0 yorum

Kelebek Etkili Sevdalar

Fransız bir politikacıya, "Sizin gibi biriyle Fransa'da evlenmek isteyen yüz binlerce genç kız varken, neden bunca yıl evlenmediniz?" diye sorarlar.

Fransız politikacı bu soruya "Gençlik yıllarımda metroda bir kadının ayağına bastım.  Kadının sırtı dönüktü hafif, aptal, şapşal, gerizekalı diye bağırarak döndü ve yüzüme bakıp, affedersiniz sizi kocam zannettim dedi ve bu olay benim evlilik hakkındaki olumsuz düşüncelerimin temeli oldu" diye yanıt verir.

Kelebek etkisi altındaki sevdalar, tıpkı kelebeklerin bir günlük ömrü gibi olurlar. Arkadaşlıkların ilk birliktelik dönemi rüya gibi geçerken, kalıcı dönemi, kalıcı hayal kırıklıklarına dönüşmeye başlar. Şiirler yazılan, sürprizler yapılan biricik sevgili, ayağa basan aptalın şapşalın biri oluverip çıkar.

Sevdaya kelebek etkisini katan duygulardır. Yarını olmayan duygular. TIpkı gözü açık düşler gibi, bir günlük, bir dakikalık düşlerimiz gibi. Tıpkı kelebekler gibi, sabahtan akşama doya doya yaşanılan ve akşam olunca da biten bir ömür gibi.

Beyin sevdayı kelebek etkisinden kurtaracak olan tek güçtür. Olan biten her şeyi bütün çıplaklığı ile kabul eden beynimiz, ne bizi mutsuz eder ne de sevdamıza zeval verir. Bağırmaz, kızmaz, küsmez, çekip gitmez. Kalır ve çözer.

Çünkü beyin çözüm odaklıdır. Beyin yakınmaz, sürekli eylem halinde tutar kendisini.

Yakınan da öfkeye kapılan da duygularımızdır aslında. Öfke çaresizliktir. Öfke beynin biz olmadığımız anlamına gelir. Öfkeye kapılan, her şeye saldırır. Vurur, kırar, döker. Hem de bir zamanlar hiç zarar veremeyeceği, gözlerinden dahi sakındığı kişilere karşı yapar bunu.

Kırıp dökenin aklı bırkaç dakika içerisinde başına geri gelir. Elleri kelepçeli "pişmanım" der. Pişmanım dedirten beynidir. Tıpkı vurup-kırdırtanın duyguları olması gibi.

Bertrand Russell'in "Sevda Spinoza'nın Tanrısı gibi, bizim onu sevmemize karşılık o da bizi sever" dediği sevda bu tür bir sevda olmalı herhalde. Sen beni seversen ben de seni severim türünden bir sevda.

Yaşamın içinde rastlanılan ve aşılamayan zorluklar karşısında bazen insanlar suçu kendisinde görür. Duygularını arar hesap sormak için ama yerinde bulamaz. Nasıl bulsun! Duygu böyle bir şey, zoru görünce kaçar. Nasıl bulsun! Sonra suçsuz birine, kendi beynine yönelir. Basar tetiğe ve intihar eder.

Suçu kendinde gören beynine zarar verir. Suçu toplumda gören, çıkar yüksek bir yere bırakır kendisini aşağıya.

Onu bugünlere getiren duyguları yine onu bugünlerde böyle bir yanlışlığa sürükler.

Beynimizdeki sevda bizi sadece sevdiğimize sımsıkı bağlamaz. Yaşama da bağlar. Beynimizdeki sevdanın rotası hep aynıdır. Duygulardaki sevdanın rotası ise gel-gitlerle doludur. Ama bir gerçek vardır ki, içinde dönüş olan gidişler, gidiş değildir. Sevdayı ebediyen beyne doğru yola çıkarmaktır bu gidiş.

8 Ocak 2014 Çarşamba 0 yorum

Beyin Boş Hamle Yapmaz

Şirin için dağları delmeye kalkan bizim Ferhat da Romeo'dan farklı değildir.
Şİrin, Ferhat'a "babam seni kandırıyor, aklını kullan kaçır beni, sen dağları delene kadar biz yaşlanırız" deseydi ya da "Akıllı ol, git düşün taşın kavuşmamızı sağlayacak bir yol bul" demiş olsaydı, ömürlerinin sonuna kadar birlikte aklın rotasındaki sevdanın tadını çıkarırlardı.
Bilinir ki, Şirin dağları delmek isteyen Ferhat'a "çıkar da ceketini ye, sen ne akılsız adammışsın olacak iş mi bu yaptığın?" dememiş ve Ferhat'ın bu boş çabasından dolayı her gün duygulanıp, aşklarının büyüklüğünü hayal etmiştir.
Beyin boş yere hamle yapmaz. Boş hamleleri bize duygularımız yaptırır.
Eğer Ferhat ve Şirin aklın sonuç getirici düşünceleri ile yola çıksalardı biz bugün onların torunlarını seviyor olacaktık.
Bu kitabı yazmakta olduğum günlerde İtalya'da kıyıya çok yaklaşan Titanik vari dev bir yolcu gemisi kayalara çarpıp battı. Hem de bu çağda. Bu olayla ilgili deniliyor ki; gemi kaptanı sevdiğine selam olsun diye kıyıya bu derece yaklaşmış ve kayalara vurmuş. Gerçekten de sevdiğine iyi bir son selam olmuş, sevdiği onun ne akılsız bir adam olduğunu anlamış, "gemi battı ama yaşamım batmaktan kurtuldu" diye doğru bir düşünceye ve akıl rotasına bu sayede girmiştir mutlaka.
Sevda güçlü bir akıl ister. Akıl ister çünkü sevdanın yolları zorluklarla doludur. Sevdayı zorlaştıran birilerinin buna karşı çıkması ya da koşullar değildir aslında. Zor olan iki beynin uzlaşamamasıdır. Her akıl kendi rotasında yola devam ederken, kopma yaşanmaması için gidiş istikametlerinin aynı ve açıların birbirine yakın olması gerekir. Akılların genişleyen açıyla yol alması kopmaları hızlandırır ve her akıl genişleyen açıyla yol alır.
Beyin doğru hamlelerin organıdır. Beyin ne Ferhat'a "dağları del" diye talimat verirdi ne Mecnun'a "git çölde sürün" ne de Romeo'ya "sarmaşıklara tırman" derdi. Beyin "git başka yol bul" talimatını verirdi.
Beyin öncelik sırasını ve yapılacak olanla yapılamayacak olanları karıştırmaz. Beyin doğru olana yönelir daima. Biz sadece duygu kökenli davranışlarımızla, beynin kararlarına direniriz ya da beyin kökenli duygularla o kararlara uyarız.

7 Ocak 2014 Salı 0 yorum

Romeo Git Adam Ol Gel

Romeo, acaba sarmaşıklara tırmanırken, sarmaşıkların kopup düşeceğini, felç olacağını, Juliet'in yarısı felç bir hayatı ne kadar paylaşabileceğini hesaplamış mıydı?
Ya da Romeo'nun bıçkın delikanlı ağabeylerinin duruma en kesici-delici aletlerle müdahale edip, daha oracıkta yaşamın akışını yukarıya doğru atmosferin dışına çevirebileceğini hiç düşünmüş müydü acaba?
Hadi kendi kaçtı kurtuldu. Ya pencereden bakan Juliet'e bir şey olsaydı?
Her zararı göze alıp, yıkarak yok ederek sevdaya koşmak, aslında kendimize koşmaktır, sevda değildir belki de peşinden koştuğumuz; kazanma ve elde etme duygularının pençesindeki başka bir bize koşuştur bu.
Akılsız Romeo sarmaşığa tırmanırken, akıllı Romeo Juliet'e kavuşmak için düşünce üretirdi.
Sarmaşıklardaki Romeo "bir anı" yaşamanın duygu seline kapılmıştır. Oysa sarmaşıktan düşecek olan Romeo, yaşamın "her anını" kaçıran Romeo olacaktır. Beyin asla böyle bir tercih yapmaz. Oturur düşünce üretir ve Juliet'i gündüz gözüyle görme kararı alırdı ya da onu görmenin başka bir yolunu bulurdu.
Akıllı Juliet; "Romeo in oradan sen aptal mısın, ben böyle biri ile evlenmem, git adam ol gel" demiş olsaydı "aklını"; "Romeo sen ne romantiksin bulunmaz bir insansın" demişse "duygularını" ortaya koymuş ve sadece o anı yaşamaya karar vermiş demektir.
Bugün duygu seline kapılmış olan Romeo, sarmaşıklara tırmanırken, yarın evlendikten sonra Juliet'in mutfaktan istediği bir bardağı dahi getirmemek için kavgayı göze alacaktır.
İlişkiler adına, beyin dünden bugüne rotasını şaşırmadan daha ileriye ve daha çoğa doğru yönelirken, duygular dünden bugüne, dünü hatırlatan ve yaşatan hiçbir şeyi taşımazlar.

BeyinSiz Olmalısınız - Süleyman Beledioğlu 

5 Ocak 2014 Pazar 0 yorum

Gönülden Değil Beyinden Sevmek

Birçok yaratıcı kişinin uzun vadeli ilişkileri olmamıştır; hatta Einstein, Freud, Gandi ve Picasso gibi eşleri ve aileleri olanlar bile problem yaşamışlardır. Einstein sonradan şunları anlatır: "Tek başıma ve şehirden uzak yaşadım ve sessiz hayatın tek düzeliğinin, yaratıcı zekayı ne kadar uyardığını fark ettim."

Gönlümüz heyecanla, beynimiz akıl ile doludur. Akıl hedef odaklı, gösterişten uzak ve stratejik düşünür. Gönül, anlık, gösterişe dayalı ve taktiksel davranır. Akıl doğru olanı, gönül doğru-yanlış her şeyi yapar. Akıl dönmez, şaşmaz, tutarsızlık göstermez ve vazgeçmez. Gönül ise şaşar, zikzaklar çizer, tutarsızlıklar sergiler ve her an vazgeçebilir.
Aklın prangası olmaz ve sevdaya pranga vurmaz, benim olmalı, yanımda olmalı, benim hayatıma bağlanmalı ve benim dünyamın dışına çıkmamalı demez. Akıl gözle, kulakla, sevmez. Akıl düşüncelerle sever, akıl görmese de “seni seviyorum” sözünü duymasa da sevmeye devam eder.
Gönül ise, sevdayı çelikten bir kafesin içine tıkar. Gönül, benimsen senden iyisi yok, benimsen senden güzeli olamaz, ama benim değilsen, senden kötüsüne bu kâinatta rastlamak mümkün değildir anlayışını ortaya koyar ve ona göre davranır.
Gönül hep heyecan peşinde koşar. Sürprizler yapar, komplimanlarda bulunur, ne yapsam da şaşırtsam acaba diye çırpınır durur. Gönül sinsice gelir, ansızın çekip gider. Gelişi de gidişi de sürpriz olur insana.
Gönül değişkendir. Kalbini daha hızlı kim ve ney attıracaksa ona yönelir. O sürprizler, komplimanlar, şaşırtmalar bir anda gerilerde kalıverir. Gönül bunu bugün, yarın, yıllar sonra bir gün mutlaka yapar.
Eski dönemlerde, bilmiyorum belki şimdilerde de, derlermiş ki: “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” Emin olunuz ki, samanlığı seyran eden iki gönül değil, iki gönülden en az birinin aklını bulmasıdır. Eğer iş iki gönüle kalmış olsaydı, samanlık seyran olmaz, olsa olsa samanlığı seller götürürdü.
İşte bizim “gönül” dediğimiz, aslında heyecan ve coşkunun etkisiyle, duygularda yaşanan bu gel-gitlerden başka bir şey değildir.
Heyecanlanınca kan dolaşımımız hızlanır, kalbimiz çarpar, nefes alıp vermemiz değişir. Heyecanımız herkesçe fark edilen belirgin davranışlarımızın ortaya çıkmasına neden olur. Heyecan böyle gelir, hızla her yanımızı etkiler ve kısa bir süre sonra aynı hızla etkisini yitirmeye başlar.
Sevdiğini görünce heyecanlanan ama görmediği zaman onunla ilgili hiçbir heyecan yaşamayan insanlar gönülden seven insanlardır. Bugün bize gözden ırak olanın, gönülden ırak olacağını söyletenler de bunlardan başkası değildir.
“Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” diyen Karacaoğlan bu şiiri, beynine hiç uğramamış olan, gönlünden fışkıran duygularla yazmış belli ki!
Sevdanın kalpten geldiğini ve sevdanın kalpte başladığını söyleyenler, heyecanı sevda zannedenlerdir aslında.
Gönülden sevmek, beyinsel bir eylem olan sevdaya hep zarar vermiştir. Yüzyıllardır şarkılara, şiirlere, romanlara konu olan sevdalar, gönülden sevmenin sığlığına kapılıp ayrılmalar, aldatmalar, kırgınlıklar, suçlamalarla dolu bir geçmişe sahip olmuştur.
Sadakat en yüksek düzeyde sadece insanlarda vardır. İnsanın sadakati ilkel canlılarda gözlemlenen davranışsal sadakatin çok ötesinde, zihinsel içerikli bir sadakattir. Bu yönüyle de insan dünyadaki bütün canlılardan ayrılır.
Beyne dayalı yaşayan ve beyin temelli davranan kişi, sevdiğini aldatmaz. Aslında bu cümle de yanlış; aldatma ve sevda asla yan yana kullanılamaz. Aldatma varsa sevda yoktur. Sevda varsa aldatma kavramı o ilişkiden içeriye giremez.
Kuruma önerilen birini “o karısını aldatıyor, olmaz” dediğimde bana; “biz biyoloji dersi anlatacak birini arıyoruz, ahlak bilgisi hocası değil” diye itiraz eden kurum yöneticilerine “Her gün aynı evi paylaştığı ve çocuklarının annesi olan birinin yüzüne baka baka yalan söyleyen, onu aldatan kişi, aynı yalanı ve aldatmayı işi ile ilgili olarak neden bize yapmasın?” dediğimi hatırlıyorum.
Kurumda, beynine itibar etmeyen, duygu seline kapılmış olan bir akılsız çalışanı istemezken, aslında bu komutu beynimden alıyordum.
Beyin derinlemesine ve yoğun içerikli düşünür, tıpkı düşündüğü sistemle de sever; derinlemesine ve içeriği dolu bir şekilde. Beyin, gözden ıraklaştıkça, sevdasını kendisine yaklaştırır.
Korku bir heyecandır. Heyecanla sevenin, aslında korkuyla seviyor olması da bir ihtimaldir; yalnız kalmaktan korkup sevdiği ile evlenen, insana çocuk da lazım diye evlenen, bekârı toplum yadırgar diye evlenen hep beyinden değil gönülden sevenlerin yaptığı evliliklerdir. Ne yazık ki korku geçicidir ve korkunun geçmesi ile birlikte bu evlilikler bütün sihrini kaybetmektedirler.
Beyinden sevmeyi “mantık evliliği” adı altında muhasebe kayıtlarından çıkan ilişkilere benzetmek büyük bir haksızlıktır. Bizim de zaten burada kastettiğimiz şey asla bu değildir.
Hesap ve muhasebe mantığı ile yapılan evlilikler asla ne gönül ne de beyin sevdasının yanından dahi geçemez. Çünkü beyin gelecek korkusu ile yapılan bu tarz hesapları yapmaz.
Beyin korkuyla hesap yapıp davransaydı; zarar görme korkusuyla hiç kimse düşüncelerini açıklayamaz ve beyin düşüncelerini kendine saklardı. Oysa beynimiz özgürce üretir ve bunları korkusuzca hayata geçirir.
Güçsüzlerin, korkakların, çıkarcıların ve zavallıların bir sosyolojik gerçekliği iş ilişkisine döndürmesidir mantık evliliği. Al gülüm ver gülümdür. Ama sonunda da bütün güller benim olmalı kavgasıdır.

BeyinSiz Olmalısınız / Süleyman Beledioğlu

 
;