12 Aralık 2013 Perşembe 0 yorum

DiziMag Alternatifleri

    Arkadaşlar bildiğiniz üzere Türkiye'nin en büyük dizi paylaşım sitelerinden biri olan DiziMag kısa süre önce erişime kapatıldı. Sebebi telif hakları olarak belirlenmiş. Mecburen yeni alternatifler aramaya başladınız büyük ihtimalle. Ben de sizler için alternatifler bulup paylaşmak istedim. Dizikoliklerin ilgisini çekeceğine inanıyorum. 



Yabancı Dizi İzle:

DiziMag'ten sonra en çok popüler olan dizi siteleri arasında yer alan "Yabancı Dizi İzle" sizler için seçtiğimiz ilk site oluyor. Yabancı Dizi İzle'de aynı DiziMag gibi kapatılma kararı ile karşı karşıya kalmış ve alan adınıyabancidiziizle1.com olarak değiştirdi.
Bu platformda DiziMag'te bulunan yabancı dizilerin neredeyse tamamı yer alıyor diyebiliriz. Türlere ve popülerliğe göre ayrılan dizileri Türkçealtyazılı ve 720P HD olarak izleyebilirsiniz. Ancak Pop-up reklamlar biraz canınızı sıkabilir.

Siteye gitmek için tıklayın.

DiziGo:
DiziMag'in kolay kullanılabilirliğine alışan ve başka yabancı dizi izleme sitelerinde aradığı arayüzü bulamayan dizi severler için DiziGo sitesi biçilmiş kaftan. Siteye ister üye olup sevdiğiniz dizilerin yeni bölümleri eklendiğinde size mail ile uyarı gelmesini sağlayabilir, isterseniz de direk dizi izlemeye başlayabilirsiniz.
Geniş bir yabancı dizi arşivine sahip olan DiziGo'da 720P ve Türkçe altyazı seçenekleri bulunuyor.
Siteye gitmek için tıklayın.

DiziWu:
Kullanışlı sade arayüzü ve az reklam içeren DiziWu sitesinde birçok popüler yabancı dizi bulunuyor. Alfabetik sıralamaya göre dizilen listeden, takip ettiğiniz diziyi seçip istediğiniz bölümü izleyebilirsiniz.
VK.com üzerine yüklenen dizileri 240P360P480P ve 720P HD çözünürlüğünde izleyebilirsiniz.
Siteye gitmek için tıklayın.

Harika Dizi:
Hem yabancı hem de yerli dizilerin bulunduğu harika dizi platformu sayesinde dilediğiniz dizi izleyebilirsiniz. Oldukça geniş bir dizi arşivine sahip olan Harika Dizi sitesine ister üye olup dizilerinizin yeni bölümlerinden haberdar olabilir, isterseniz de dizinizi direk olarak izleyebilirsiniz.
Siteye gitmek için tıklayın.

Dizi İzleyinn:
Yerli dizilerin yanında yabancı dizilerin daha fazla ağırlıklı olduğu Diziİzleyinn sitesi DiziMag'e alternatif olan siteler arasında yer alıyor. VKüzerinden yayın yapan videoların çözünürlüklerini, internet hızınıza göre değiştirip sevdiğiniz dizileri izleyebilirsiniz.
Siteye gitmek için tıklayın.






5 Aralık 2013 Perşembe 0 yorum

Sanırım Seni Çok Özledim


 Merhaba bir zamanlar canımı uğrunda feda edecek kadar çok sevdiğim. Hiç arayıp sormuyorsun beni. Yoksa beni unuttun mu çoktan? Yerimi dolduracak kişiyi çoktan buldun mu? Mutlu musun? Eğer öyle olmasan beni bir kere arayıp sorardın.Ya da beni temelli sildin hayatından. Evet, ayrılırken öyle anlaşmıştık. Sen beni silecektin hayatından, ben de seni. Bir daha karşılaşmayacaktık hiç. Senin için basitti tabi bu. Sen benim kadar sevemedin ki. Sevseydin bu kadar basit bırakmazdın beni. Belki de hiç sevmedin beni. Bir hata yaptın ve kendini kurtarmak için gerekli anı kolladın. Bir hatamı bekledin. Ve acımadın. Kimse böyle terkedilmeyi hak etmez. Gerçek yüzünü gördüğümde inanamamıştım sana. Çok şaşırttın beni. Oysaki ne güzeldi herşey. Ne olurdu beni biraz sevebilseydin. Çok mu zordu? Bu soruları kendime binlerce kez sordum. Neden böyle yaptığına dair mantıklı bir cevap bulamadım.Hiçbir insanoğlu da bu yaptığına bir yorum yapamaz. Neyse. İnanmayacaksın ama senden sonra kimseler sevmedi beni. Seni unutmak için kimin kapısını çaldıysam elim boş döndüm. Sadece seni unutmak için değil tabi sevdim o insanları da senin gibi. Erkek adam tek bir kişiye aşık olur sadece onun için yaşar ve ölür derler ama bu devirde bu cümle geçerliliğini yitirmiştir bence.En azından benim için öyle. Çünkü karşıma çıkan insanlara verdiğim sevginin yerlere atıldığını gördüm. En azından nazikçe geri verebilirlerdi. Yerden yere çalmaya ne gerek vardı? İşte bu yüzden başka kapılar çalmaya mecbur kaldım. Onlar senin yaptığın hatayı yapmadılar(!). Beni baştan reddettiler. Söylesene benden neden kaçıyorsunuz? Çok sevdiğim için mi? Uğrunuza herşeyi feda edebileceğim için mi? Yeryüzündeki birçok şerefsize nazaran adam gibi adam olduğum için mi? Ha doğru siz insanların içini göremiyorsunuz. Tek bahaneniz de bu zaten. Sadece görünür kısma bakıp ona göre davranıyorsunuz.Sen de öyle yaptın. Bir çok kişi gibi.Ama yine de sevebilseydin beni. En azından onların yaptığı gibi direkt reddetmedin beni. Kendince bir hata yaptıysan da güzeldi. İşte sanırım ben o günleri çok özledim. Hiç yüzyüze görüşemesek te, elini tutamasam da,yüzüne karşı seni sevdiğimi söyleyemesem de, sana sarılamasam da güzeldi bu deneme sürümü aşk.Ne kadar aşk denilebilirse tabi.Her şeyi kısıtlıydı. Ne zaman buluşmayı istesem olmadı. İstemedin. 8 yılda beni tanıyamamışsın demekki.Evet ilkokul arkadaşımdın.İlkokulda birbirimizi sevmedik lisede ayrı okullardaydık ama baya büyümüştük tabi.Herşeyin farkındaydık.Demekki sadece büyümek yeterli olmuyormuş.Ama hakkını vermek gerekir bana sen teklif etmiştin. Hatırladın mı? Arkadaştık sadece. Ben dediklerini anlamaya çalışıyordum. O gün sevgiliydik artık.Hiç beklemiyordum. Yalnızlığa alışkın biriyim ben tabi o yüzden baya bi allak bullak olmuştum. Ama mutluydum. Artık şanssızlığımı yendiğimi düşünüyordum.Ama mutluluğum 5 ay sürdü. Yaptığını anlatmayacağım sen gayet iyi biliyorsun. Bir zamanlar çok sevdiğim insan birden en nefret ettiğim birisine dönüştü. Bu çok acı vericiydi. Senin için öyle miydi bilmiyorum. Yaşadığımız o 5 aylık sadece telefonlaşma mesajlaşma süreci bile çok güzeldi.Telefonu açık tek bir kelime edemediğimiz zamanları bile özledim.  Ne haldeyim sen düşün.Senin için bir hiç te olsalar benim için çok değerliydi o anılar.Bana bir şans verebilseydin belki de daha güzel olacaktı herşey. Ama ne yazıkki sen bu yazdıklarımı okuyamayacak kadan uzaksın belki de bana.Yine de yaşadığım en iyi aşkı(ne aşk ama!) seninle yaşadım.Neresine aşk denilebilirse tabi. Seni şimdi nasıl hatırladım ben de bilmiyorum.Bana çektirdiklerin yüzünden senden nefret ettiğim için olabilir mi? Yoksa yaptıklarına rağmen seni çok özlediğim için mi? Valla özledim özlemesine ama bildiğim tek şey senden hala nefret ettiğimdir.Çok ani oldu seni hatırlamam. Her ne kadar beni 5 ay mutlu ettiysen de yaptığın şey seni kötü insanlar kategorisine koymama yetti. Umarım bir daha hiç karşılaşmayız. Ve bana yaptıkların elbet senin de başına gelecek bunu unutma.Nasıl bir son cümle koyacağımı bile şaşırdım.Heh buldum! Ne halin varsa gör!
4 Aralık 2013 Çarşamba 0 yorum

Time Dergisine Göre 2013'ün En Etkileyici 10 Fotoğrafı


1- Güney Afrika, 26 Temmuz 2013 - Fotoğraf: David Jenkins



Son 5-6 yıldır Güney Afrika'daki Fok Adası'na (Seal Island) büyük beyaz köpekbalığı ile kurbanları fokların etkileşimini fotoğraflamak için gidiyorum. 26 Temmuz sabahı da, adaya doğru yerel bir tur operatörü ile birlikte yol almaya başladık.
Normalde köpekbalıkları avlanmak için gün doğumundan 1 saat öncesi ile 1 saat sonrası arasını tercih eder. Adaya vardığımda saat 7.15'ti ve avlanmanın başladığını suyun üstündeki kalıntılardan anlayabiliyordum. Saldırılar neredeyse ışık hızıyla gerçekleşir ve fotoğraflamak için çok az zamanınız vardır. Bu yüzden denizde yemek yiyen ve adaya doğru dönüşte olan fokları takip etmeye başladık, tabi ki aramızda rahatsız etmemek için iyi bir mesafe bırakarak. O esnada küçük bir fokun sürünün gerisinde kaldığını farkettim. Köpekbalıkları için beklenen av..
Foku takip etmeye başladım ve büyük beyaz köpekbalığı birden bire saldırdı. Fok, ısırıktan kaçmayı başardı ancak köpekbalığının burnunun darbesinin etkisiyle suyun üzerine fırladı ve tam o anı fotoğrafladım.
Sonrasını merak ediyorsanız, küçük fok çevikliği ile yem olmaktan kurtuldu.


2- Boston Maratonu, 15 Nisan 2013 - Fotoğraf: John Tlumacki


İlk Boston Maratonu bombası, yarışın kazananı bitiş çizgisini geçtikten yaklaşık 2 saat 40 dakika sonra patlamıştı. Bitiş çizgisinde, yarışı bitiren maratoncuları fotoğraflıyordum. Bazıları kostümle koşuyordu, bazıları da çocuklarının ellerinden tutup bitiş çizgisini birlikte geçmenin keyfini yaşıyorlardı.
Bomba yaklaşık 15 metre yanımda patladı. Bombanın etkisi beni afallattı. Kendime geldiğimde maratoncu Bill Iffrig'i asfalta düşmüş bir şekilde gördüm ve fotoğrafını çekmek için ona doğru koştum. Aynı anda 3 polis memuru da benimle birlikte koştu ve tam o anda 3 blok ötede diğer bomba patladı. Polislerin silahının çekili olduğunu o an farketmemiştim bile. Aslında bomba olduğunu bile anlamadım, acaba bir sebeple top atışı mı yapılmıştı yoksa kanalizasyonda meydana gelen bir patlama mı olmuştu bunları düşünüyordum.
Etrafıma baktığım zaman bombanın etkisini gördüm. Gözümü fotoğraf makinemin vizöründen alamıyordum, çok fazla duman vardı. Bir polis memuru burda durmamam gerektiğini ve bir bombanın daha patlayabileceği konusunda beni uyardı.
Kafamı kaldırdığımda parçalanmış vücutları, kopmuş bacakları ve inanılmaz derecede çok olan kanları gördüm.


3- Bengladeş, 24 Nisan 2013 - Fotoğraf: Taslima Akhter


24 Nisan hala anılarımda taptaze. Sabah 9'da Rana Plaza'nın çöktüğü haberini aldım ve direkt olarak oraya gittim. İlk başta ne olduğunu anlamasam da vakit geçtikçe olayın vehametini algıladım. Günüm insanlara yardım etmek ve bol bol fotoğraf çekerek geçti, gece yarısı hala enkaz altında insanlar vardı, ve akrabaları yaşlı gözlerle haber bekliyordu.
Sabaha karşı saat 2 gibi, göçük altında kalan onlarca cesedin arasında bu çifte rastladım. Vücutlarının alt kısımları betonun altında kalmış, erkeğin gözünden aynı göz yaşı gibi kan akmıştı. Bu kareyi gördüğümden beri, o çift aklımda. Acaba en son ne düşünüyorlardı? Akıllarında aileleri mi vardı yoksa kendilerini mi kurtarmaya çalışıyorlardı, sürekli kendime soruyorum.
Kendime bu insanların hayalleri hiç mi önemli değil diye sorup duruyorum. Dünyadaki en ucuz iş gücü onlar diye bu kadar mı değersizler? Tüm dünyadan enkaz altında kalan işçilere yas tutan onlarca mektup aldım. Bu mektuplar beni çok etkiledi ve fotoğrafçı olarak sorumluluklarımı sorgulamama sebep oldu..
Fotoğrafım, protestomdur.


4- Avustralya, 4 Ocak 2013 - Fotoğraf: Tim Holmes



4 Ocak 2013'de küçük sahil kasabamız Dunalley'i orman yangını vurdu. Yangın o kadar yoğundu ve her yeri kapamıştı ki karım ve 5 torunum ile birlikte suyun içine iskelenin altına sığınmak zorunda kaldık.
Torunlarımın oynamayı çok sevdiği o iskele o gün barınağımız oldu. Su soğuktu ama yangının sıcaklığını yüzümüzde hissediyorduk ama en zoru nefes almaktı. Havadaki is ve zehirli gazlardan dolayı nefes almak imkansız gibiydi.
Ateşler iskeleye kadar geldi ancak kendi imkanlarımızla söndürebildik. Bu fotoğrafı da karımın telefonu ile çekip kızıma mesaj olarak attım ki iyi ve birlikte olduğumuzu anlasın.


5- İstanbul, 1 Temmuz 2013 - Fotoğraf: Daniel Etter



Protestoların büyüklüğü karşısında şok olmuştum. Taksim Meydanı'nın yakınlarında yaşadığım için ufak protestolara oldukça alışkındım, bu yüzden Gezi Parkı protestoları ilk başlarda bana sıradan gözükmüştü. Hatta bu yüzden özel bir haber için Ukrayna'ya gittim. Ukrayna'ya varır varmaz, protestoların Gezi Parkı özelinden çıkıp başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı protesto gösterilerine dönüştüğünü anladım ve hemen geri döndüm.
Ertesi gece, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi önündeki protestoları fotoğrafladım. Protestocular ofise doğru hareket etmeye çalışıyor, polisler de TOMA ve aşırı derecede gaz ile karşılık veriyordu. Protestocular polisin işini zorlaştırmak için her yere barikat kuruyordu.
Barikatların birinin üstünde bu genci gördüm. Bir yandan Türk bayrağı sallıyor, diğer yandan gazın etkisi ile iki büklüm olmuş vaziyetteydi. Gaz maskesi takmama rağmen zar zor nefes alıyordum ve bu kareyi fotoğrafladım.
Fotoğraf dakikalar içerisinde viral oldu. Facebook'uma postladım ve Türk arkadaşlarım facebook ve twitter'dan paylaşmaya başladılar. İlk birkaç saat içerisinde 10.000 kişi fotoğrafı paylaşmıştı bile. Daha sonra bu kare t-shirtlere baskı, posterlere konu oldu. Hatta İzmir'de anıtı bile yapıldı.


6- Nairobi, Kenya, 21 Eylül 2013 - Fotoğraf: Tyler Hicks



Nairobi'deki zenginlerin uğrak yeri Westgate Mall'a gittiğim zaman çok ekstra birşeylerin olduğu belliydi. Silah seslerinin duyulduğu rapor edilmişti ve oraya gittiğim zaman yüzlerce kişinin binadan dışarıya sel gibi aktığına şahit oldum. Bir çoğu vurulmuş ve yaralıydı. 2 yıldır bizi uyardıkları El-Şebab saldırısının sonunda gerçekleştiğini anladım.
Dışarıdaki paniği fotoğrafladıktan sonra dikkatimi AVM'nin içine girecek bir yol a ramaya verdim. Küçük ve organize olamamış bir grup Kenya polisi kalabalık bir grubu AVM dışına çıkartmaya çalışıyordu ve onların arasına karıştım. AVM'nin giriş katında bir balkona yaklaşıp aşağıya baktım. Bir çok cansız bedenin yanında çocuklarını korumaya çalışan bu anneyi gördüm.
Ses çıkarmadan duruyorlardı ve onları fotoğrafladım. Ne mutlu ki zarar görmeden kurtuldular.


7- Texas, Amerika, 12 Haziran 2013 - Fotoğraf: Peter van Agtmael



Bobby Henline'ın bu fotoğrafını Motel 6 isimli bir otelde çektim. Aynı gün Bobby'nin bu hale gelmesinden sorumlu, Irak'ta gerçekleşen patlamanın kurbanı 19 yaşındaki bir gencin babası ile röportaj yapmıştım.
Havuz hafifçe ışıklandırılmıştı, Bobby suya girdi ve sırt üstü kendini bıraktı. Odamın balkonundaydım ve fotoğraf makinemi çıkarıp fotoğraflar çekmeye başladım. Benim gibi meraklı birkaç göz daha odalarının balkonlarından Bobby'yi izliyordu ama o hiç oralı olmadı.


8- Kahire, Mısır, 27 Temmuz 2013 - Fotoğraf Mosa'ab Elshamy



Adaweya Meydanı'na güvenlik güçlerinin Mursi yandaşlarına ateş açtığını öğrenir öğrenmez koştuğumda gece yarısını biraz geçmişti. Tüm geceyi meydan, hastane ve ölüleri tuttukları odada mekik dokuyarak ve yaşanan katliamı fotoğraflayarak geçirdim.
12 saat sonra çok yorulup, fotoğraf makinemi kapadım ve eve doğru yola koyuldum. Yoldayken bağırış çağırışlar arasında ilerleyen bir grupla karşılaştım ve yanlarına yaklaştığımda, sniperlar tarafından kafasından vurulmuş bir genci taşıyan iki adam gördüm.
O gün fotoğrafını çektiğim son ölü kişiydi, ama aynı zamanda da en etkilisi..


9- Filipinler, 18 Kasım 2013 - Fotoğraf: Philippe Lopez



Filipinler'de yılın bu zamanı her zaman çok fırtınalı olur. Büyük fırtına sonrası, bulutlar güneşi kaparken, yollar insanların yaktığı enkaz artıklarıyla aydınlanıyordu. Tam o sırada bir grup kadın ve çocuk yolda belirdi ve ben de fotoğrafladım. Sanırım bu fotoğrafın insanları bu kadar etkilemesinin sebebi sadece görsel olarak güçlü ve duygusal olması değil, aynı zamanda bazı kişilerin kendi inancını da fotoğrafta görmesi..


10- Halep, Suriye, 31 Ağustos 2013 - Fotoğraf: Emin Özmen


Bu fotoğrafı 31 Ağustos'ta Halep yakınlarındaki bir kasaba olan Keferghan'da çektim. El Kaide bağlantılı ISIS militanlarının o gün yaptığı 4. ve son infazdı.
Köyde bu infazı çocuklarıyla sessizce izleyen insanlar vardı. Gözleri dışında tamamen siyah kıyafetlere kendini bürümüş birisi uzunca bir süre kurbana suçlarını okudu.. İnfazdan sonra, ceset bir kamyonete yüklendi. Her kasabada bir infaz gerçekleştiriliyor ve cesetler kamyonetlerle kasaba kasaba dolaştırılıyordu.. Ehtemlat, A'zaz, Savran ve en son Kefergan.
İnfaza şahit olan insanlar rahatlamış gözükürken ben nasıl bir fotoğraf çektiğim konusunda emin bile değildim. Fotoğraflamama isteğimle çok zor mücadele ettim ama bir şekilde gördüklerimi ve yaşadıklarımı belgelendirmem gerekiyordu. Bu bir savaş ve katlanılmaz bir anının tam ortasındaydım.
0 yorum

Şanslı ve Şanssız Adam


  Şanssız adam,
- Sabahleyin aceleyle evden çıktı. Otobüs durağına yöneldi. Durağa on metre kala otobüsü gördü ama yetişemedi.
- İş yerine gitti, hemen hazırlaması gereken bir rapor vardı. Bilgisayarını açtı, raporu hazırladı.Çok güzel bir rapor olmuştu, tam 3 saat uğraşmıştı. Tam kaydedecekken bir anda elektrikler kesildi.
- Akşam yorgun argın eve geldi. Banyoya girdi, sabunlandı,tekrar suyu açmak istedi ama olmadı, çünkü sular bir saniye önce kesilmişti.
- Sabahleyin bir çekin tahsili için bankaya gitti. Banka çok kalabalıktı ve sırada yaklaşık 35 kişi vardı. Öğlene kadar sıranın kendisine gelmesini bekledi.Tam sıra kendine geldiğinde sistem arızalandı.
- Randevuyu koparıncaya kadar tam 6 ay uğraştı. Ama sonunda oldu, aldı randevuyu. Buluşmak için adamın ofisine gittiğinde beyefendinin acil bir iş için şehir dışına çıktığını öğrendi.
- Pahalı bir cep telefonu aldı, ertesi gün telefonun fiyatının yarı yarıya ucuzladığını öğrendi.
- Biraz doları vardı, bozdurdu ve bir daire aldı, ertesi gün devalüasyon oldu.
- Muhallebi yerken dişi kırıldı...
   Yukarıdaki adamın yaşadıklarını ya da benzerlerini sen de yaşamışsındır.Birçok kere ne kadar şanssız olduğunu düşünmüşsündür.Halbuki olumlu görebilsen, hiçbir zaman şanssız olduğunu düşünmez, hiçbir zaman küfretmezdin.
   Her insan, her gün bir dolu şanssızlık yaşıyor. Hayatında ilk defa çatalla meyve yemeye kalkan ve çatalı tam ağzına götürürken, ensesine vay Mehmet diye tokat yiyen, boğazına çatal kaçan ve ölen adamı duydun mu sen? Üstelik adı da Mehmet değil Abdullah'tı. Bakışını değiştirmelisin. Ben çok şanssızım, diye ortalarda yürürsen, her olana kötü bakarsan, her şey daha kötü olur buna emin ol ve yine emin ol ki bir gün su içerken boğulup gidersin. Bakışını değiştir. Biraz daha, biraz daha dikkatli bak, ne kadar şanslı olduğunu göreceksin.
  Çok şanslı adam...
- Biraz önceki şanssız adamı düşün! Belki otobüsü kaçırdı ama milyonlarca insanın aksine onun  geç de olsa gidebileceği bir işi vardı.
- Raporu hazırlarken elektriğin kesilmesi ona, raporunu tekrar gözden geçirme ve hatasız bir rapor yazma fırsatı verdi.
- Banyoda suyu kesilse de akşam evine dönemeyen milyonlarca insanın aksine o,evine dönmeyi başardı ve hatta evi olmayan binlerce insan varken,o en fazla suyu kesilecek bir evde yaşamanın keyfini sürdü.
- Bankada sistem arızalansa da, dönen binlerce çekin arasından öğleden sonra da olsa onun çeki ödendi.
- Fiyatı yarı yarıya ucuzlasa da pahalı bir cep telefonu alabilecek güce sahipti.
- Devalüasyon olsa da, evine ekmek götüremeyen binlerce insanın aksine ilk değerini kaybetmiş de olsa, kendine ait bir dairesi vardı.
- Muhallebi yerken dişi kırılsa da yediğinin muhallebi olduğunu idrak edecek sağlıklı bir beyne sahipti.
- Nefes alamayan binlerce insanın aksine o nefes alabiliyordu.
   Gerçekten de sahip olduklarımızın kıymetini hiç bilmiyoruz. Elini vicdanına koy ve hesap et. Önüne bir kağıt al, bir tarafa sahip olduklarını, bir tarafa sahip olmadıklarını yaz. İnanamayacaksın, çok şanslısın çoooook!...
Erdal Demirkıran
13 Kasım 2013 Çarşamba 0 yorum

Genç Kalabilmek İçin

1. Kin ve Düşmanlık Duygularını Yok Etmek
   Tasavvufun tanımlarından birisi de kafanda ne varsa atmaktır. Yogaya da önce kendimi ve başkalarını affettim diye başlanır. Bülent Ecevit, kinin insan yüreğinde bir yük olduğunu söylemiştir. Kin, aslında düşmana bir şey yapmaz ancak sahibini yıpratır, yaşlandırır ve çökertir. İnsanları affetmemek ve düşmanlık duyguları beslemek mutlu olmayı da engelliyor. Düşmanlık duygusu, kalp ve diğer ölümcül hastalıklara sebep oluyor. Öyleyse bağışlayarak kin ve intikam duygularının tutsaklığından kendimizi kurtaralım ve ruhsal olarak özgür olalım.
2. Spor Yapmak
   Spor sağlıklı kalmanın ilk koşuludur. Sporla vücudumuzdaki fazla enerjileri atarak stresten kurtulabiliriz. Stresten kurtulunca yapacağımız işe daha iyi konsantre olabiliriz. Sporla vücuttaki toksinleri de atarız. Ayrıca sporu, arada derin nefes alarak yaparsak spor sırasındaki yaralanmalardan korunmuş oluruz. Aldığımız nefesle beynimize kan ve dokulara besin göndeririz.
3. Meditasyon Yapmak
   Meditasyonun başlıca nefes, gülme ve ağlama vb. 100 çeşidi vardır. Meditasyon kısaca dünya ile ilişkiyi kesip dikkatleri bir noktaya toplamaya dayanır. Meditasyonda daha iyi yoğunlaşabilmek için önce kültür fizik hareketleri yaparak bizi rahatsız eden fazla enerjiyi atmamız iyi olur. Nefes meditasyonunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: Oksijeni bol bir odada bir divan üzerinde lotüs oturuşu yaparak (bunu yapamıyorsak bağdaş kurarak) sırtımızı sert bir yere dayarız. Sonra gözlerimizi yumup dünya ile ilişkimizi keserek burnumuzdan derin bir nefes alır ve bunu bırakırız. Bunun ritmi şöyledir: 1 zamanda alınacak, 4 zaman tutulacak ve 2 zamanda bırakılacak. Bütün dikkat nefes alıp vermeye toplanacak. Bunu en az 15 dakika veya yarım saat yapabiliriz. Meditasyon sonunda büyük bir rahatlama hissederiz. Öğrenci isek okuduğumuzu bir defada anlarız.  Yediğimiz içtiğimizden ve yaptığımız bütün işlerden büyük bir zevk alırız. Meditasyon, insanı sevgi dolu yapar. Meditasyon yeniden doğmadır. Meditasyonla dünyanın en mutlu insanı olabilirsiniz.
4. İbadetin Yararı
   Eğer spor, yoga ve ibadet üçünü birlikte yaparsanız hiç yaşlanmazsınız. Ibadette de aynen yogada olduğu gibi yoğunlaşmak gerekir. Ne yazık ki gerçek anlamda ibadet edebilen nerede ise yok gibidir. Zaten bu olabilse ibadet edenlerin kızmaması, kötülük yapmaması ve son derece mutlu insanlar olmaları gerekir.
   Newsweek dergisinde yer alan bir araştırma, ibadet ve meditasyon yapanların beyin aktivitelerinde gelişmeler olduğunu, bağışıklık sistemlerinin güçlendiğini, tansiyonlarının düzeldiğini ortaya çıkarmıştır.
5. İnsanları Sevmek
   Ünlü Psikolog Erich Fromm , Sevme Sanatı adlı eserinde, "sevgiye yer vermeyen toplumların gelecekte yok olacakları"nı yazar. İncil, sadece komşularınızı değil düşmanlarınızı da sevin, diyor. İslam dininde de aynı şey var. Hz. Muhammed'e göre de "komşunuzu sevmedikçe gerçek Müslüman olamazsınız." Mevlana da diyor ki: "Düşmanının 40 defa iyiliğini söyle o senin dostun olur, çünkü kalpten kalbe yol gider." Dr Freitag, sevgi için şunları söylemiştir: "Sevgi terapidir, sevginin olduğu yerde korku yoktur. Sevgi her derde devadır, sevgi hayatı uzatan bir iksirdir. Sevdikçe istediğiniz her şeyi fazlasıyla elde edersiniz. Ne mutlu, sevgide müsrif olabilenlere." Emmet Fox der ki:" Yeterince sevebilirsen, dünyanın en güçlü insanı olabilirsin." Şu halde sevgi evrensel olup bütün dinlerde ve bütün kültürlerde vardır. Goethe'ye göre insan sevmedikçe hiçbir şeyi anlayamaz. Mevlana der ki:" Sevgi acıları tatlandırır,bakırları altın eder, dertler sevgi ile şifa bulur, sevgi ölüleri diriltir, padişahları kul köle eder. "
   Bir tarihte bir sosyoloji profesörü görev yaptığı ilde öğrencilerinden kenar mahallelerden birisinde 200 ilkokul öğrencisinin başarı durumlarını araştırmalarını ister. Öğrenciler, incelemeyi bitirdikten sonra, hepsi ağız birliği etmişçesine, durumun hiç iç açıcı olmadığını, bu çocukların gelecekte başarısız ve mutsuz birer insan olacaklarını, söylerler. 20 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü bu araştırmayı bulur ve sonucu merak eder. 200 öğrencinin 186'sına ulaşır, bunlardan 10 tanesi ölmüştür. Geriye kalan 176'sı, araştırmanın tersine çok başarılı iş adamı, akademisyen ve bürokrat olmuşlardır. Bunun sebepleri üzerinde düşünürlerken, o öğrencileri okutan ilkokul öğretmenine ulaşılır ve kendisine siz bu çocuklara ne yaptınız diye sorulur. Öğretmen onlara tek bir cümle söyler. "Ben onları çok sevmiştim. " İşte bir kez daha sevginin gücünü görüyoruz. O halde bütün akademisyen arkadaşlarımın her şeyden önce öğrencilerini sevmeleri ve bunu onlara hissettirmeleri gerekiyor.  Çünkü eğitim, çocuk ve öğrenciyi sevmekle başlar.
   Sonuç olarak sevgi, hastalıkları iyileştirir. O halde hekimler, hastalarına önce sevgi ve şefkat göstermeli sonra tedavi ile ilgilenmeli. Sevgi bütün sorunları çözer. Koca Yunus "Aşk gelince cümle eksikler biter" dememiş midir? Sevgi, insanı mutlu eder, mutluluk Cennet demektir, Cennete giren Tanrı ile birliktedir. Çünkü Tanrı sevgidir, huzurdur, güzelliktir.
6. Gülümsemek
   Güldüğümüz zaman vücudumuz endorphin denen bir hormon salgılar ve bizi mutlu eder. Ayrıca gülümseme ve gülme, biyolojik süreci etkileyerek kendimizi iyi hissetmemize yol açar. Bu ise beyne giden kan ve oksijen miktarını artırır.
  
   Neali Donald Walsch, "Kendinize gülebildiğiniz zaman büyüdüğünüzü anlarsınız. Kendinizi bu kadar ciddiye almayın. Yaşamınızda birazcık mizah yoksa,hiçbir şeyin anlamı yoktur," der. Gabriel Garcia Marquez de "Hiçbir zaman gülümsemeden vazgeçmeyin çünkü kimin size ne zaman aşık olacağını bilemezsiniz." Demiştir. Çin'de bir köye zaman zaman 3 Budist rahip gelir, bunlar önce birbirlerine soru sorarlar fakat bu sorulara sözle değil sadece gülerek cevap verirler. 3 rahip kahkahalarla gülerken köyün tamamı buna katılır ve köy kahkalara boğulur.Bir gün geldiklerinde rahiplerden birisi ölür, köylü diğer iki rahibin ne yapacağını merakla bekler, fakat diğer iki rahip yine gülmeye başlarlar. Ölen rahibin yakılması için odunlar yığılır ve ölü odun yığınlarının üzerine yatırıldığında o da gülmeye başlar ve gülerek yanar, kül olur. Yine Abdullah adında bir Tasavvuf büyüğü ölürken gülmektedir. Öğrencilerinden bir tanesi yanına yaklaşır ona "Şeyhim bu ne haldir,sen ölüyorsun, biz ağlıyoruz fakat sen gülüyorsun." der. Abdullah öğrencisine şunları söyler:"Gençken ben de senin kadar mutsuzdum fakat sonra hayatta bedbahtlık ve mutluluk gibi iki yol olduğunu öğrendim ve ben sonsuz mutluluğu seçtim." Dale Carnegie,"Gülümseme bedavadır ama sizi bir servet kazandırabilir.Gülümsemeyenler,gülümsemeye herkesten daha fazla muhtaçtır" demiştir.
7. Sağlıklı Beslenmek
   Anthony Robbins'e göre sağlıklı beslenmek için suca zengi yiyecekleri yemek gerekir. Bunlar meyve, sebze ve filizlerdir. Diyetin %70'i bunlardan oluşmalı. Ayrıca patatesle eti,peynirle ekmeği, sütle tahılı, balıkla pirinci yememek gerekir.Bu bileşimler iç sistemi tahrip ederek enerjinizi yok eder. Asit ve alkali birbirlerini yok etme özelliğine sahiptir. Proteinle nişastayı aynı anda alırsanız sindirim zorlaşır,mayalanma ve bakteri üremesi olur. Sindirim bozulur ve gaz artar. Ayrıca her yemekte bir yoğun gıda almak gerekir.Suca zengin olmayan gıda,yoğun gıdadır. Nişastalı, karbonhidratlı ve proteinli yiyecekleri aynı öğünde yememek gerekir. Meyveler aç karnına yenmelidir.
8. Stres ve Üzüntüden Uzak Durmak
   "Duvarı nem, insanı gam yıkar", atasözünü hepimiz biliriz. Yıllar önce kitabını okuduğum ABD'li bir beslenme uzmanı, ülser, kanser ve şeker gibi hastalıkların sebebinin üzüntü ve kaygılar olduğunu yazıyordu.
   Peki, öfke ve kızgınlık gibi duygulardan nasıl uzaklaşabiliriz? Meditasyon ustalarından OSHO, Meditasyon adlı kitabında bunun yolunu şöyle açıklar:"Bir aynanın önünde durup öfkenizi ifade edin. Birini dövmek istiyorsanız,boş havayı dövün, öfkelenince haykırın. Bütün bunları yalnızken yapın. O zaman sizin için psikodrama olur. Ayrıca bu sizin için bir katarsis olacaktır. Duygularınıza hakim olabilirseniz, kendinizin efendisi olursunuz. Eğer bir başkası sizi mutlu veya mutsuz edebilirse siz onun kölesi olursunuz." Anthony Robbins'e göre de bunun iki yolu vardır. Bunlardan birisi iç temsili değiştirmek yani üzüntü, keder gibi duyguları atıp yerine neşe ve mutluluk gibi duygulara dönmek ya da fizyolojiyi değiştirmektir. Çöküntü fizyolojisinde insan,yere bakar, omuzlarını aşağıya düşürür, kısa ve zayıf nefes alır. Olumlu fizyoloji için karşıya bakmak, omuzları dik tutup yükseltmek,derin nefes almak gerekir." Deneyin sonucunu göreceksiniz.
9. Halinden Memnun Olmak, Şikayet Etmemek.
   Bir Budist Mantra:"Geçmiş geçti gitti, gelecek henüz gelmedi, onun için kaygılanmak neden? Geriye sadece şu an kaldı, yaşayın onu. Eğer şu an sessizlikse minnettar olun, sonsuz mutluluksa Tanrı'ya şükredin, ona güvenin. Güvenebilirseniz, mutluluk büyüyecektir." der.
   Dr. Freitag diyor ki, "Tanrı'ya sağlığım ve içsel zenginliğim için şükrediyorum." Tasavvuf felsefesine göre şükür, nimeti artırır. Nitekim Mevlana "Şükürle gözün doyarsa başkalarına yardım edersin." demiştir. Dr.Ender Saraç ise "şükür" yerine "Elhamdülillah" demeliyiz, diyor.Ona göre "şükür" demek, tatmin oldum daha başka bir şey istemiyorum, demektir. Oysa "Elhamdülillah" demek, verdiğin nimetler için teşekkür ederim, ama daha da verirsen,memnun olurum, diyerek kapıyı açık tutmak gerekir", diyor.
10 Kasım 2013 Pazar 0 yorum

Olumlu Düşünce İnsanlara Neler Kazandırabilir

   Toplumumuzda insanların çoğunluğu olumsuz düşünüyor.  Örneğin insanlarla konuştuğumuzda, devletler arasında çatışma ve savaşların olduğunu, bireysel ilişkilerde de haksızlıkların hüküm sürdüğünü söylüyorlar. Yine sokağa çıktığımızda, yolda yürüyen insanların büyük bir kısmının, suratlarının asık olduğunu ve adeta patlamaya hazır bir bombayı andırdıklarını görüyoruz. Jack Ensaign Addington % 100 Düşünce Gücü adlı eserde bu konuda şunları yazar: "İnsanlar sürekli olarak kendilerini başkaları ile karşılaştırarak kendilerini küçümserler. İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir. Olumsuz düşünceler sayılamayacak kadar çoktur: Bencillik, gurur, benlik davası, sürekli kendini haklı görme saplantısı, kıskançlık, kendine acıma, kin, hile, kendini suçlama, çekememezlik, güvensizlik, sürekli eleştirel davranma, nefret, çaresizlik, düşmanlık vb"
   Türkiye'de kitle iletişim araçlarına baktığımızda, bunların çoğunluğunun sabahtan akşama kadar olumsuz duygu ve düşünce yaydıklarını görürüz. Örneğin "Biz adam olmayız, öldük, bittik, mahvolduk. AB ve ABD gelse de bizi kurtarsa vs" Elbette bunlar kendiliğinden olan şeyler değildir; çünkü doğada tesadüfe yer yoktur, her olayın mutlaka bir sebebi vardır. Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada,  birkaç istisna dışında, özel TV kanalları çok uluslu şirketlerin maddi destek ve güdümündedir. Çünkü bunlar vasıtasıyla psikolojik savaş yapılarak ülkeler, siyasal ve ekonomik olarak çökertilip sömürgeleştirilmek istenmektedir.
   Çocuklar başlangıçta Tanrı'nın bir lütfu olarak dünyaya güven duygusu ve yaşama azmi ile gelirler. Fakat yapılan araştırmalar, ilköğretim 4.sınıfa gelen çocukların, kendilerine olan güven duygusunun % 80-85'ini kaybettiklerini gösteriyor. Gerçekten çoğumuz, bizi teşvik ve takdir etmeyen, sürekli eleştiren ve yasaklayan ailelerden geliyoruz yani eksiklik, yetersizlik duyguları ve aşağılık kompleksi ile yetiştiriliyoruz.
   Aksine ben, olumsuz düşüncelerin eğitim vasıtasıyla yok edilip yerine olumlu düşüncelerin konulabileceğine ve bunu yaptığımız zaman bireylerin yaşamında mucizeler yaratabileceğine inanıyorum. Nitekim Marks Twain: "Eğitimin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Kötü ahlakı iyiye çevirir, kötü ilkeleri yok edip iyilerini yaratır, insanı melek düzeyine yükseltir. " demiştir.
   Anthony Robbins' e göre kafamızdaki olumsuz düşünceler, bahçedeki yabani otlara benzer, onlara kızmak yerine her gün onları temizlemeliyiz. Kendisi bir hekim olan Pozitif Düşünce adlı kitabın yazarı Dr Freitag diyor ki:"Sürekli sorun çıkacağını düşünmek, bir çeşit onları davet etmektir. İnançsız hastalar, şifa bulmak için bir doktordan diğerine savrulurlar. Ben hasta olup hastaneye yatıncaya kadar bunda kusurum olduğunu düşünmemiştim. Gerçi doktorlar da sütten çıkmış ak kaşık değillerdir. "
   Eğer zihnimizi olumlu düşüncelerle doldurursak o bize sağlık, başarı, sevinç ve mutluluk olarak geri döner. Iki grup hasta üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir  kimyasal madde ile bir deney yapılıyor. Bir gruba deniliyor ki,"Bu ilaç çok etkilidir ve bu hastalığı tedavi eder. Bu grup üzerinde % 70 civarında tedavi sağlanıyor. Öteki gruba deniliyor ki, "Bu ilacın bu hastalığı tedavi ettiği söyleniyor. " Bu grupta ise % 25 olumlu sonuç veriyor.
 
   Gerçekten insan pozitif düşünür ve bu düşünce gücünü, güçlü bir şekilde kullanırsa fizik kurallarına aykırı sonuçlar yaratılabiliyor. Örneğin Anthony Robbins, "Zihin Devrimi" adlı seminerinde, insanların beyinlerini nasıl kullanabileceklerini, kişisel enerjilerini en üst düzeye nasıl ulaştırabileceklerini, nasıl yemek yiyeceklerini ve nasıl nefes alacaklarını öğretiyor. Seminer sonunda katılanları yanar kömür üzerinde yürütüyor. Bazıları 3-4 metre, bazıları 13 metre yürüyebiliyorlar . Ateşin kendilerini yakmayacağına inananlar, ateş üzerinde yürüyebiliyor, yakacağına inananlar ise ağlayarak bundan vazgeçiyorlar. Yanan kömür üzerinde yürümeyi başaranlar, alkol ve eroin bağımlısı iseler bundan vazgeçiyorlar. Demek ki, alkol ve uyuşturucu bağımlılarında aşağılık duygusu bulunuyor, ateş üzerinde  yürüyerek kendilerine olan saygılarını ve güven duygularını yeniden kazanmış oluyorlar. Yine hepimizin bildiği yogiler, ateşi ağzına atabilmekte, yanan ateş üzerimde çıplak ayakla yürüyebilmektedirler. Türkiye'de ise Rufai tarikatı mensuplarının bir dinsel tören sırasında bir şişi yanaklarının bir tarafından sokup öbür tarafından çıkardıklarını geçmişte bir TV kanalında seyretmiştik. Onlar buna burhan (delil) diyor ve bunun Tanrı'nın ve dinin varlığının bir kanıtı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca, inancın, insanda neler yapabileceğini göstermek istiyorlar.
   Pozitif düşüncenin nelere kadir olduğunu başka örneklerle göstermeye çalışalım. Holda Crooks 70 yaşında dağcılığa başlıyor ve dünyanın em yüksek tepelerine çıkıyor. Son 25 yılda Fuji Dağı'nın doruğuna çıkmış en yaşlı kadın olarak tanınıyor. Sabah bizi yataktan kaldıracak bir heyecan ve coşkumuz olması gerekir. Burn 90 yaşında olduğu halde hâlâ zihnini bilemekte, esprilerini canlı tutmakta, sinema ve TV programları yapmaktadır. Granda Moses, 70 yaşında resme başlamış ve 90 yaşında dünyaca ünlü bir ressam olmuştur. Muhiddin-i Arabi, Ilahi Aşk adlı kitabında şunları anlatır: "Endülüs'te İşbiliye'de henüz büluğ çağına girmiş bir çocuk iken 90 yaşında bir kadının hizmetinde bulundum. Kadın, 14 yaşındaki bir kız kadar güzel görünüyordu. Bu yüzden ben yüzüne bakmaya utanırdım."
   William Shakespeare; "Iyi ve kötü diye birşey yoktur, biz onu düşüncelerimizle yaratırız." diyor. Halil Cibran da "Ermiş" adlı eserinde "acıları kendimiz seçeriz" diyor. Beynimizin nasıl çalıştığını anlarsak hem kendimizin terapicisi olur hem de davranışlarımızı değiştirme yeteneğini kazanarak olağanüstü şeyler yapabiliriz. Yeter ki buna önce kendimiz inanalım. Everett Dirksen, "Yaşam durağan değildir, düşüncelerini değiştirmeyenler düşkün evindeki yaşlılarla, mezarlıktakilerdir." der. Helen Keller diyor ki "Hayat ya cesur bir denemedir ya da hiçbir şeydir. Hata yapmayanlar, hiçbir şey yapmayanlardır." Emerson da "Davranışlarınızdan utanıp sıkılmayın, hayatın tamamı bir denemedir." demiştir. Geçen yıl yaptığınız bir hatayı düşünürseniz, üzülürsünüz fakat hataların, başarı deneyimlerinin bir parçası olma olasılığı vardır.
   Gerçekten ararsak, her insanın bir hata ve kusurunu bulabiliriz. Benim birşey dikkatimi çekiyor. O da çoğunlukla insanların, bir kişinin yaptığı 99 iyiliği görmeyerek 1 hatasına yoğunlaşıp onu silip atarak kötü bir insan olarak nitelendirmeleridir. Olsa birey, belki yaptıklarından pişmandır ve o hata, onu belki daha da olgunlaştırmıştır. Bu yüzden ona bundan sonraki hayatında daha iyi bir insan olma şansı vermek gerekir. Bunları düşünürken aklıma Hindistan'daki Kova Hikayesi geldi. Hizmetçinin birisi efendisinin evine iki kova ile su taşırmış, fakat kovalardan birisi sağlam diğeri ise delikmiş. Bir gün delik kova dile gelerek hizmetçiye şunları söylemiş:" Sağdaki kova sağlam ve hiç suları dökülmüyor. Oysa ben delik bir kovayım, eve varıncaya kadar sularımın yarısı boşalıyor ve seni efendine karşı mahçup ediyorum, bundan son derece üzgünüm." Fakat birkaç ay sonra, kuyu ile ev arasında ve delik kovanın bulunduğu tarafta çok muazzam bir yeşillik ve çimenlik meydana gelirken sağlam kovanın tarafı kupkuru kalmış. Hepimizin kendine özgü kusurları vardır, hepimiz aslında delik kovalarız. Büyük planda hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarımızda gücümüzü bulduğumuzu bilirsek, biz de güzelliklere sebep olabiliriz.
★★★★★
   Gandhi diyor ki : " Düşünceleriniz pozitif olsun, çünkü düşünceleriniz sözleriniz olur. Sözleriniz pozitif olsun çünkü sözleriniz davranışlarınız olur. Davranışlarınız pozitif olsun çünkü davranışlarınız alışkanlıklarınız olur. Alışkanlıklarınız pozitif olsun çünkü alışkanlıklarınız değerleriniz olur".
★★★★★
15 Mayıs 2013 Çarşamba 0 yorum

Uyuma Türkiye


    Eskiden bir devlet vardı. Değerlerini sahip çıkan, özünden ödün vermeyen. O devlet zamanında dünyanın büyük bir kısmına hakimdi. Diğer devletleri korkutmak için padişahların bir yazı yollaması yeterliydi. Korkardılar o devletten. Çocuklarını o devletle korkuturlardı. "Bak oğlum / kızım yemeğini yemezsen OSMANLI gelir buraya!". O derece korkarlardı. Zamanla milli değerlerini, kendine has özellikleri kaybetmeye başladığında git gide hakimiyet alanı daraldı. Zamanla da yıkılma noktasına geldi. Artık son noktaya gelindiğinde bir şeyler yapılmasının gerektiğini anladılar. Osmanlı'nın yıkılmasına engel olamadılar ama yeni bir Türk devleti kurmayı başardılar. O yolda nice insanlar canlarını verdiler. Arkalarına bile bakmadan ölüme koştular. Neden? Milli benliklerine değer verdikleri için, aşık oldukları için ! Düzeni bozan bir kaç insan yüzünden dönüşü olmayan yollara girdiler. Her şeye rağmen onlar zafere inandılar ve kazandılar. Bu günlere gelebilmemizin arkasında onlar yatıyor. Çanakkale'de ve Türk topraklarının her santimetre karesinde. Onlar vatan aşığıydı, bayrak aşığıydı. O aşk onlara neler yaptırdı. Koca seyit o ağır mermiyi yerden kaldırdığında içinde bahsettiğim vatan aşkı vardı. Nice kahramanlıklar yapıldı ve Türkiye'nin hala bugünkü sınırları içerisinde var olması sağlandı. Bugünün Türkiye'sinin insanlarıyla geçmişteki Türk insanını karşılaştırmak istediğimizde karşımıza bir çok farklılıklar çıkacaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Milli benliğimizi yeniden yavaş yavaş kaybetmeye başlıyoruz. Kan kaybediyoruz. Eskiden Osmanlı'dan korkanlar bugün bizi yavaş yavaş bitirmeye çalışıyor bize bıyık altından gülüyorlar. Bunun bir çok örneğini vermek mümkün. Almanya'da bir hamburger 1 euro, 1 döner 3,5 euro. Ama biz hala ülkemizde McDonalds'lar, Burger King'ler, Domino's Pizza'lar açıyoruz. Yabancıların giydiği gibi giyinmek istiyor, yabancı markalar giyiniyoruz. Hayatımızın her alanında onlara muhtacız gibi davranıyoruz. Kendi içimizde de durumlar hiç iç açıcı değil. Ülkemizin herhangi bir yerinde bir doğal afet olduğunda veya herhangi bir olay olduğunda insanlarımız hayatlarını kaybediyor. Ve şehitlerimiz oluyor bazen. Ancak o gün bir dizi veya maç olduğunda bunları ne yazık ki unutuyoruz. Amerika'da 10 kişi öldü diye bayraklar yarıya indirildi, anıtlar dikildi, anma programları vs yapıldı. Bir de bizim yaptığımıza bakınız. Anca teröre lanet yağdırıyoruz.Sokaklara dökülüp protesto ediyoruz. Bizim için çok çabuk gaza gelen millet demelerinin sebebi bu.Yazık. Millet olarak başımıza bir olay gelmedikçe onun önlemini almıyoruz. Toplum olarak eksiklerimiz çok ve bunu kullanmasını çok iyi bilenler tabii ki de mevcut. Ayrı bir konu da, televizyon denen aptal kutusuna deli gibi bağımlı olmamız. Reklamda bir ürün görüyoruz onu alıyoruz. İzlediğimiz dizide bir telefon kullanılıyor onu alıyoruz. Adamlar bize istediklerini yüklüyorlar. Ona göre davranıyor, ona göre yaşıyoruz. Hiç düşündünüz mü Show Tv'nin adı neden Şov Tv değil ya da Star Tv'nin adı neden Yıldız Tv değil. Gerçi biz kelimelerimizi de onlara benzetmişiz çoktan. Bir ayrı konu da müzikle ilgili. Günümüzün gençlerine sorsak hep yabancı şarkılar dinliyorlardır. Arada Türk te vardır ama eminim yabancıları daha çok dinliyorlardır. Bizim türkülerimizin neyi eksik o şarkılardan? Birisine türkü dinliyorum dediğimizde "Kıro musun sen?" cevabını alıyoruz. Türkülerimiz Türk gençliğince dışlanıyor resmen. Ama bu durumun oluşmasında rol oynayanlardan birisi de öğretmenler. Hangimiz ilkokulda müzik dersinde türkü öğrendik? Hangi sanatçının hangi türküleri var bunları hiç öğrenmedik belkide. Ama insanların içinde milli değerlere sahip çıkma adına hiçbir şey yok maalesef. Bizi kendilerine benzetiyorlar yavaş yavaş. Gün gelecek belki de artık milli değerlerimizin hepsini bir kenara bırakıp tamamen yabancılaşmış bir hayat yaşayacağız (Allah korusun !) . Artık millet olarak bir "DUR!" demeliyiz kendimize. Bize karşı oynanan bu oyunlara kukla olmamalıyız. Biz bunu defalarca başardık. Yine başarabiliriz. Ne demişti Mustafa Kemal ATATÜRK, "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki ASİL kanda mevcuttur." Yeter ki onu kullanmasını bil. Ne mutlu TÜRK'üm diyene ve gerçek bir TÜRK gibi yaşayana !
8 Mayıs 2013 Çarşamba 0 yorum

Volkan Konak - Kadınım


   Volkan Konağı bilmeyenimiz yoktur. Onu Didosuyla, Cerrahpaşasıyla ve daha nice güzel şarkılarıyla tanıdık. Ve tabi onu "Kuzeyin Oğlu" diye tanıdık. Geçen dinlediğim bir şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerçekten muhteşem bir şiir. Paylaşacağım Volkan Konağın Lifor albümünden Kadınım adlı şiiri. İyi dinlemeler.

Not: Aşağıdaki video videonun sahibi tarafından diğer sitelerde paylaşılmasını engellediği için aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.

Link : https://www.youtube.com/watch?v=bfIEIxAR3Vo








Bana memleket, bana su, bana tat
Bana uyku, bana rüzgâr gibi gelen sevgilim
Gülüşünü küçük bir çocuktan alan
Yastıkta başının bıraktığı ize kurban olduğum
Eser durursun hafızamda
Ve orada hiçbir şey yok senden önceme
Ve sana ait olmayan
Son hayalim ne güzel şey seni sevmek
Elleri küçük sevgilim ne güzel şey seni hatırlamak
Etimde soğuk kara saplı bir bıçak gibi değil
Hasret ateşiyle dövülmüş sımsıcak bir demir gibi
Ne güzel şey düşünmek seni
Bunca kalabalıkta ve bunca yorgunluklarımın içinde
Son hasretim sana olan hudutsuz sevdamı
Manolya kokulu başını kollarımın arasına alıp
Senin o memleket gözlerine saatlerce bakmalıyım ki anlatabileyim
Senin yanı başında ve şefkat dolu göğsünde uyumalıyım
Çünkü ben senin her yanı çiçek açmış
Yemişlerle dolu fidana benzeyen güzel yüzüne hasret yaşayamam
Son sözlüm
Keşke bu gece bir gelincik çiçeği takabilseydim yakana
Karadeniz’in bahçelerinden
En güzel bestelerimi yalnız sana söyleyebilseydim bu gece
Mehtap uyanmadan güne merhaba diyebilseydim
Okyanus kalbinde bir yelkenli gibi sarhoş olup sahillere vurabilseydim
Açmaya duran gülüm işitiyor musun beni
Ustamın deyimiyle şu kâinat denen nesnenin içinde
En çok sevdiğim yürek üzerine en çok titrediğim insan kalbi
Senin göğsünün içine takılı olanıdır
Anası bana bir oğlancık doğurdu
Kaşsız sarı bir oğlan
Masmavi kundağında yatan
Bir nur topu, üç kilo ağırlığında
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Kore’de
Sarı ay çiçeğine benziyorlardı
Mac Arthur kesti onları
Gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Yunan zindanlarında
Babaları kurşuna dizilmiş
Bu dünyada birinci görülecek şey diye
Demir parmaklığı gördüler
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Anadolu’mda
Mavi gözlü kara gözlü elâ gözlü bebeklerdi
Bitlendiler doğar doğmaz
Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden
Benim oğlan, benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman
Ben bu dünyada olmayacağım evet
Ama harikulâde bir beşik olacak dünya
Siyah, beyaz, sarı
Bütün çocukları sallayan mavi atlas döşeli bir beşik
Son hayalim, son hasretim, son sözüm
Nar tanem, yutkunuşum, uyanışlarımın en güzeli
Kadınım benim… Kadınım… Kadınım
Kadınım benim
4 Mayıs 2013 Cumartesi 0 yorum

Taksici - Yaşanmış Bir Olay



“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
- “Ne bıraktı?”
- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”
- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. 
Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.
Bir Babanın En Güzel Mirası AHLAK’tır…
23 Nisan 2013 Salı 0 yorum

Teşekkürler


 
    Sizden istediğim ne canınızdı ne de malınız. Asla size zarar verecek bir şey istemedim ben. İstediğim sadece mutluluktu. Bir parça mutluluk. Ama siz onu her şeyinizden önemli bir şeymiş gibi gördünüz. Sakladınız onu hep benden. Gömdünüz derinlere. Vurdunuz zincirlere. Acımadan. Beklemeden... Saklayamazsınız içinizdekileri. Her ne kadar saklamaya çalışsanız da gözükür aynadan her şeyiniz. Sizin vereceğiniz mutluluğu hak edebilmek çok zor değil mi? Öyle evet. İstekleriniz çok. Siz daha iyi bilirsiniz. Kalbiniz altından yapılma ya hani, onu tamamlayacak altın kalıplar arıyorsunuz. Başkaları gözünüzde bir hiç. Siz daha iyi bilirsiniz. Önemli olanın altın olmadığını göremiyorsunuz. Kalbinizi dolduracak olanın her şey olabileceğini ne yazık ki göremiyorsunuz. Karşınızdakini kırıyor, üzüyorsunuz. Gözünüz yükseklerde. Gözünüz bir perde. Gerçekleri göremiyorsunuz. Çaresizce sizden bir parça mutluluk dileyen kalpleri kırıp geçiyorsunuz. Canlarını yakıyorsunuz.Onları hor görüyorsunuz. Küçümsüyorsunuz. Kibirleniyorsunuz. Dünyalar yıkıyorsunuz. Siz bunları bilmiyorsunuz. Yükseklerdesiniz ya siz, o yüzden. Gözünüze hoş gelene tapıyor, onları kendinizden de yukarılarda görüyorsunuz. Yazık. Siz ne kadar zalimsiniz öyle ! Sizce siz nesiniz? Muhteşem bir insan, öyle değil mi? İyi, öyle sanmaya devam edin o zaman.Tüm yaptıklarınıza rağmen teşekkürler. Kalpler kırdınız, teşekkürler. Canlar yaktınız, teşekkürler. Hor gördünüz, teşekkürler  Zalimlik yaptınız, teşekkürler. Yaptığınız her şey için teşekkürler. O bilerek yapıp yıktığınız yüreklere karşı tarafta büyük kozlar verdiniz. Onlara büyük hediyeler sundunuz. Kendi ellerinizle. Onları yükseltecek, sizi yerin dibine sokacak... Teşekkürler. İyi ki varsınız !
0 yorum

Bu Kadar Da Olmaz Dedirtecek 29 Tesadüf

MGM kostümcüleri Oz Büyücüsü'nde ki Profesör Marvel için, pejmürde görünmesi amacıyla bir ikinci el dükkandan ceket aldı. Fakat bu ceketin aynı zamanda Oz'un yazarı L. Frank Baum'a ait olduğunu bilmiyorlardı.

1973 Yılında Anthony Hopkins, kitabıyla aynı ismi taşıyan George Feifer imzalı Petrovkalı Kız filminde başrolü kaptı. Önce kitabı okumak isteyen Hopkins, Londra'da ki hiç bir kitapçıda kitabı bulamadı. Eve giderken bir bankta unutulmuş bir kitap buldu ve bu kitap Petrovkalı Kız idi. 2 Yıl sonra filmi çekerken George Feifer Hopkins'e kendi kitabından onda olmadığını çünkü kitabı verdiği bir arkadaşının onu Londra'da kaybettiğini söyledi. Kitabın içinde Feifer'ın tüm notları bulunuyordu. Hopkins kitabı çıkarıp " Bu mu?" diye sordu, aynı kitaptı.

29 Eylül 1888'de saat 8.30'da Catherine Eddows tutuklandı. 12.55'de ayılıp serbest bırakılırken polislere isminin Marry Kelly olduğunu söyledi ki bu yanlış ve uydurmaydı. 30 Eylül'de sabah karın deşen tarafından öldürüldü. Bu karın deşenin son cinayeti olan Marry Kelly'den bir önceki cinayetti.

1660'da bir gemi Dover geçidinde battı. Tek kurtulan Hugh Williams idi. 1767'de aynı yerde ikinci bir gemi battı ve yine tek kurtulan adamın ismi Hugh Williams idi. 1820'de Tahmes'de bir gemi karaya oturdu ve yine tek kurtulan Hugh Williams idi. 1940'da bir gemi Alman mayını tarafından patlatıldı. İki adam kurtuldu, amca yeğenlerdi ve ikisinin de ismi Hugh Williams idi.

Hoover barajı projesinde 112 adam öldü. İlki 20 Aralık 1922'de J.G. Tierney idi. Sonuncu ise tam 13 yıl sonra yine 20 Aralık 1935'de Patrick Tierney idi ve J.G. Tierney'nin oğluydu.



1930'lar da Detroit'te dikkatsiz genç bir anne Joseph Figlock isimli bir adama çok şey borçlu. Figlock sokakta yürürken yüksekçe bir pencereden düşen bebek tam onun kucağına geldi. Ne adam ne de bebek yaralandı. Fakat sadece bir yıl sonra, yine Figlock sadece sokaktan geçiyorken aynı bebek yine aynı şekilde kucağına düştü. Ve yine ikisi de zarar görmedi.


200o'de çıkan Deus Ex projesinde sanatçı ikiz kuleleri New York siluetine koymadı. Bu ise oyunda ikiz kulelerin bir terörist saldırısında yıkıldığı şeklinde açıklanıyordu.

2008'de Obama'nın başkan seçildiğinin ertesi günü Illinois eyaletinde loto çekildi ve kazanan kombinasyonlardan biri 6-6-6 idi.

Birinci Dünya Savaşında ölen ilk İngiliz askeri ile son İngiliz askerinin mezarı 6 metre arayla ve birbirine bakıyor. Ve bu yerleştirme bilinçli yapılmadı.

Viyana'da ki 79 milyon insanın ölümünden sorumlu olan 3 insan Hitler, Stalin ve Josef sıklıkla aynı parkta yürüdü.

1895'de Ohio'da sadece iki araba vardı ve onlar da birbirine çarparak kaza yaptı.

Tamerlane 14. yüzyılda yaşayan Cengiz Han'ın soyundan ve zamanın çoğunu Asya'yı fethetmekle geçirmiş bir hükümdardı. Sovyet arkeologlar mezarını açtığında şu yazıyırdu :" Mezarımı açan benden daha kötü bir işgalciyi ortaya çıkaracaktır." Tarih 20 Haziran 1941 idi.

1914'de Alman bir anne çocuğunu fotoğraflamak için bir film aldı ve onu Starzburg'da ki bir fotoğrafçıya götürerek fotoğrafları almak istedi. Daha sonra savaş başladı ve fotoğrafları hiç alamadı. Daha sonra Frankfurt'a taşındı ve iki yıl sonra bu sefer yeni doğan çocuğunu fotoğraflamak için yine bir film aldı. Fotoğrafı almaya gittiğinde iki yıl önceki fotoğrafın yenisiyle üst üste bindiğini gördü. Filmler çoğunlukla tekrar kullanılırdı ve bu özel film hiç temizlenmeden 150 kilometre ötede aynı kadına satılmıştı.

Güney Afrikalı 49 yaşındaki astronom Danie du Toit, ölümün her an gelebileceğini öğütleyen bir ders verdi. Dersi bitirirken ağzına bir şeker attı, oturdu, ve bu şekerle boğulup öldü.

Arçdükü Franz Ferdinand'ın öldürüldüğü arabanın plakası "A III18" idi. Bu olaydan sonuçlanan savaş bir Ateşkes ile 11-11-18'de sona erdi.

200 yıl arayla yaşamış Hendrix ve Handel Brook caddesinde yanyana iki evde oturdu.

Bir ofise şikayet mektubu yazmak için gelen iki kadın bilgisayar hatası sonucu aynı sosyal güvenlik numarasına sahipti. Aynı Patricia Ann Campbell ismine sahiplerdi, ikisinin de doğum günü 13 Mart 1941 idi, ikisinin de babası Robert Campbell idi, ikisi de 1959'da iki askerle evlenmişti ve ikisinin de 21 ve 19 yaşlarında iki çocuğu vardı.

Thomas Jefferson'ın son sözleri: Bugün ayın 4'ü mü? ( Ölüm: 4 Temmuz 1826)
Bir kaç saat önce Jefferson'ın öldüğünü bilmeyen John Adams'ın son sözleri: Jefferson yaşıyor. ( Ölüm: 4 Temmuz 1826)
Son anlarında arkadaşı James Madison ile ilgili konuşan James Monroe'nun son sözleri: Keşke ölmeden son kez onu görebilseydim. (Ölüm 4 Temmuz 1831)
Bu geleneği devam ettirmek için Madison'a ilaç verildi ve 4 Temmuz'a kadar yaşatılmaya çalışıldı. son sözleri: Lanet olsun! (Ölüm: 28 Haziran 1836)


1920'lerde Amerikan roman yazarı Anne Parish çocukluk favorilerinden Jack Frost ve Diğer Öyküler kitabını Paris'te bir kitabevinde buldu. Kitabı kocasına gösterip ne kadar sevdiğini anlattı. Kitabı açtıklarında şu yazıyı gördüler: Anne Parish, 209 N. Weber sokağı, Colorado Springs" Kendi kitabıydı.

Hitler ve Napolyon 129 yıl arayla doğdular. Yine 129 yıl arayla hükümdar oldular. 129 yıl arayla Rusya'ya savaş açtılar ve 129 yıl arayla yenildiler.

Violet Jessop RMS Olympic, RMS Titanic ve HMHS Brittanic gemileri battığında bu gemilerde bulunuyordu.

Birinci Dünya Savaşı'nın ilk günlerinde İngilizler RMS Carmania isimli bir savaş gemisini geçici bir savaş teknesine dönüştürdü. Dikkatlerden uzak kalmasını umarak SMS Cap Trafalgar isimli bir Alman gemisi olarak gizlediler. Plan işe yaradı ve 14 Eylül 1914'de bir Alman gemisini Brezilya kıyısında batırdı. Tamamen tesadüf olarak batırdığı gemi gerçek SMS Cap Trafalgar gemisi idi. Hatta bu gemi de Almanlar tarafından RMS Carmania ismiyle gizlenmişti.

Roma'nın efsane kurucusunun adı Romulus idi ve daha sonra Augustus adını aldı. Alman barbarlar tarafından Batı Roma İmparatorluğu'nun son imparatorunun adı ise yine Romulus Augustus idi.

28 Temmuz 1900'da İtalya hükümdarı Kral Umberto Monza'da küçük bir restorana gitti. Restoran sahibinin adı da Umberto idi ve sipariş aldıktan sonra ikili ortak özelliklerini keşfettiler. İkisi de Turin kasabasında 14 Mart 1844'de doğdu. İkisi de aynı gün Margherita isimli birer kadınla evlendiler. Kral Umberto'nun kral olduğu gün restoran açıldı. Ertesi gün ise restoran sahibi öldürüldü, kral buna üzülürken aynı gün kalabalıktan bir suikastçı onu öldürdü.

1974'de Bermuda'da motosiklet kullanan bir adam taksi çarpmasıyla öldü. Bir yıl sonra adamın kardeşi yine aynı motosiklet ile öldü. Ona da aynı taksi sürücüsü aynı yolcu ile birlikte çarptı.

1976 tarihli Omen filmi pek çok tesadüf barındırıyordu. En ilginci ise şuydu: Film ekibi tarafından kiralanan bir özel jet son anda iptal edildi. Daha sonra bu jet bir yola çarptı ve iki arabanın kaza yapmasına yol açtı. Jetin çarptığı arabalardan birinde pilotun karısı ve çocuğu vardı ve kimse kurtulamadı.

Beatrice'de ki batı yakası baptist kilisesi korosu için her çarşamba saat 7.20'de bir prova yapardı. 1 Mart 1950'de bir çarşamba günü 7.27'de gaz sızıntısından bir patlama yaşandı. Mucizevi bir şekilde kimse zarar görmedi çünkü koronun 15 üyesinin tamamı ilk defa provaya geç kalmıştı.

2006'da balıkçı Mark Anderson "Copious" isimli botuyla balığa çıkmışken tam 92 yıllık bir şişede mesaj buldu ki bu en eski mesaj olarak Guiness Rekorlar Kitabı'na girdi. Arkadaşı Andrew Leaper'a bu konuda devamlı övünerek onu gıcık etti. 2012'de Aynı botla bu sefer Leaper balığa çıktığında bu sefer 96 yıllık bir mesajı o buldu ve arkadaşını kitaptaki yerinden etti.

70 yaşında bir adam Helsinki'nin 600 kilometre kuzeyinde bir yoldan geçerken bir kamyonet ona çarptı ve adam öldü. 2 Saat önce yine 70 yaşında bir adam 1.5 kilometre ötede yine karşıdan karşıya geçerken kamyonet çarpmasıyla öldü. İkisi kardeşti, hatta ikiz kardeşti.

Kaynak: Cracked.Com

 
;