15 Mayıs 2013 Çarşamba 0 yorum

Uyuma Türkiye


    Eskiden bir devlet vardı. Değerlerini sahip çıkan, özünden ödün vermeyen. O devlet zamanında dünyanın büyük bir kısmına hakimdi. Diğer devletleri korkutmak için padişahların bir yazı yollaması yeterliydi. Korkardılar o devletten. Çocuklarını o devletle korkuturlardı. "Bak oğlum / kızım yemeğini yemezsen OSMANLI gelir buraya!". O derece korkarlardı. Zamanla milli değerlerini, kendine has özellikleri kaybetmeye başladığında git gide hakimiyet alanı daraldı. Zamanla da yıkılma noktasına geldi. Artık son noktaya gelindiğinde bir şeyler yapılmasının gerektiğini anladılar. Osmanlı'nın yıkılmasına engel olamadılar ama yeni bir Türk devleti kurmayı başardılar. O yolda nice insanlar canlarını verdiler. Arkalarına bile bakmadan ölüme koştular. Neden? Milli benliklerine değer verdikleri için, aşık oldukları için ! Düzeni bozan bir kaç insan yüzünden dönüşü olmayan yollara girdiler. Her şeye rağmen onlar zafere inandılar ve kazandılar. Bu günlere gelebilmemizin arkasında onlar yatıyor. Çanakkale'de ve Türk topraklarının her santimetre karesinde. Onlar vatan aşığıydı, bayrak aşığıydı. O aşk onlara neler yaptırdı. Koca seyit o ağır mermiyi yerden kaldırdığında içinde bahsettiğim vatan aşkı vardı. Nice kahramanlıklar yapıldı ve Türkiye'nin hala bugünkü sınırları içerisinde var olması sağlandı. Bugünün Türkiye'sinin insanlarıyla geçmişteki Türk insanını karşılaştırmak istediğimizde karşımıza bir çok farklılıklar çıkacaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Milli benliğimizi yeniden yavaş yavaş kaybetmeye başlıyoruz. Kan kaybediyoruz. Eskiden Osmanlı'dan korkanlar bugün bizi yavaş yavaş bitirmeye çalışıyor bize bıyık altından gülüyorlar. Bunun bir çok örneğini vermek mümkün. Almanya'da bir hamburger 1 euro, 1 döner 3,5 euro. Ama biz hala ülkemizde McDonalds'lar, Burger King'ler, Domino's Pizza'lar açıyoruz. Yabancıların giydiği gibi giyinmek istiyor, yabancı markalar giyiniyoruz. Hayatımızın her alanında onlara muhtacız gibi davranıyoruz. Kendi içimizde de durumlar hiç iç açıcı değil. Ülkemizin herhangi bir yerinde bir doğal afet olduğunda veya herhangi bir olay olduğunda insanlarımız hayatlarını kaybediyor. Ve şehitlerimiz oluyor bazen. Ancak o gün bir dizi veya maç olduğunda bunları ne yazık ki unutuyoruz. Amerika'da 10 kişi öldü diye bayraklar yarıya indirildi, anıtlar dikildi, anma programları vs yapıldı. Bir de bizim yaptığımıza bakınız. Anca teröre lanet yağdırıyoruz.Sokaklara dökülüp protesto ediyoruz. Bizim için çok çabuk gaza gelen millet demelerinin sebebi bu.Yazık. Millet olarak başımıza bir olay gelmedikçe onun önlemini almıyoruz. Toplum olarak eksiklerimiz çok ve bunu kullanmasını çok iyi bilenler tabii ki de mevcut. Ayrı bir konu da, televizyon denen aptal kutusuna deli gibi bağımlı olmamız. Reklamda bir ürün görüyoruz onu alıyoruz. İzlediğimiz dizide bir telefon kullanılıyor onu alıyoruz. Adamlar bize istediklerini yüklüyorlar. Ona göre davranıyor, ona göre yaşıyoruz. Hiç düşündünüz mü Show Tv'nin adı neden Şov Tv değil ya da Star Tv'nin adı neden Yıldız Tv değil. Gerçi biz kelimelerimizi de onlara benzetmişiz çoktan. Bir ayrı konu da müzikle ilgili. Günümüzün gençlerine sorsak hep yabancı şarkılar dinliyorlardır. Arada Türk te vardır ama eminim yabancıları daha çok dinliyorlardır. Bizim türkülerimizin neyi eksik o şarkılardan? Birisine türkü dinliyorum dediğimizde "Kıro musun sen?" cevabını alıyoruz. Türkülerimiz Türk gençliğince dışlanıyor resmen. Ama bu durumun oluşmasında rol oynayanlardan birisi de öğretmenler. Hangimiz ilkokulda müzik dersinde türkü öğrendik? Hangi sanatçının hangi türküleri var bunları hiç öğrenmedik belkide. Ama insanların içinde milli değerlere sahip çıkma adına hiçbir şey yok maalesef. Bizi kendilerine benzetiyorlar yavaş yavaş. Gün gelecek belki de artık milli değerlerimizin hepsini bir kenara bırakıp tamamen yabancılaşmış bir hayat yaşayacağız (Allah korusun !) . Artık millet olarak bir "DUR!" demeliyiz kendimize. Bize karşı oynanan bu oyunlara kukla olmamalıyız. Biz bunu defalarca başardık. Yine başarabiliriz. Ne demişti Mustafa Kemal ATATÜRK, "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki ASİL kanda mevcuttur." Yeter ki onu kullanmasını bil. Ne mutlu TÜRK'üm diyene ve gerçek bir TÜRK gibi yaşayana !
8 Mayıs 2013 Çarşamba 0 yorum

Volkan Konak - Kadınım


   Volkan Konağı bilmeyenimiz yoktur. Onu Didosuyla, Cerrahpaşasıyla ve daha nice güzel şarkılarıyla tanıdık. Ve tabi onu "Kuzeyin Oğlu" diye tanıdık. Geçen dinlediğim bir şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerçekten muhteşem bir şiir. Paylaşacağım Volkan Konağın Lifor albümünden Kadınım adlı şiiri. İyi dinlemeler.

Not: Aşağıdaki video videonun sahibi tarafından diğer sitelerde paylaşılmasını engellediği için aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.

Link : https://www.youtube.com/watch?v=bfIEIxAR3Vo








Bana memleket, bana su, bana tat
Bana uyku, bana rüzgâr gibi gelen sevgilim
Gülüşünü küçük bir çocuktan alan
Yastıkta başının bıraktığı ize kurban olduğum
Eser durursun hafızamda
Ve orada hiçbir şey yok senden önceme
Ve sana ait olmayan
Son hayalim ne güzel şey seni sevmek
Elleri küçük sevgilim ne güzel şey seni hatırlamak
Etimde soğuk kara saplı bir bıçak gibi değil
Hasret ateşiyle dövülmüş sımsıcak bir demir gibi
Ne güzel şey düşünmek seni
Bunca kalabalıkta ve bunca yorgunluklarımın içinde
Son hasretim sana olan hudutsuz sevdamı
Manolya kokulu başını kollarımın arasına alıp
Senin o memleket gözlerine saatlerce bakmalıyım ki anlatabileyim
Senin yanı başında ve şefkat dolu göğsünde uyumalıyım
Çünkü ben senin her yanı çiçek açmış
Yemişlerle dolu fidana benzeyen güzel yüzüne hasret yaşayamam
Son sözlüm
Keşke bu gece bir gelincik çiçeği takabilseydim yakana
Karadeniz’in bahçelerinden
En güzel bestelerimi yalnız sana söyleyebilseydim bu gece
Mehtap uyanmadan güne merhaba diyebilseydim
Okyanus kalbinde bir yelkenli gibi sarhoş olup sahillere vurabilseydim
Açmaya duran gülüm işitiyor musun beni
Ustamın deyimiyle şu kâinat denen nesnenin içinde
En çok sevdiğim yürek üzerine en çok titrediğim insan kalbi
Senin göğsünün içine takılı olanıdır
Anası bana bir oğlancık doğurdu
Kaşsız sarı bir oğlan
Masmavi kundağında yatan
Bir nur topu, üç kilo ağırlığında
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Kore’de
Sarı ay çiçeğine benziyorlardı
Mac Arthur kesti onları
Gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Yunan zindanlarında
Babaları kurşuna dizilmiş
Bu dünyada birinci görülecek şey diye
Demir parmaklığı gördüler
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Anadolu’mda
Mavi gözlü kara gözlü elâ gözlü bebeklerdi
Bitlendiler doğar doğmaz
Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden
Benim oğlan, benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman
Ben bu dünyada olmayacağım evet
Ama harikulâde bir beşik olacak dünya
Siyah, beyaz, sarı
Bütün çocukları sallayan mavi atlas döşeli bir beşik
Son hayalim, son hasretim, son sözüm
Nar tanem, yutkunuşum, uyanışlarımın en güzeli
Kadınım benim… Kadınım… Kadınım
Kadınım benim
4 Mayıs 2013 Cumartesi 0 yorum

Taksici - Yaşanmış Bir Olay



“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
- “Ne bıraktı?”
- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”
- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. 
Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.
Bir Babanın En Güzel Mirası AHLAK’tır…
 
;